Ey Demokrasi Yakışırsın Sen Türkiye’ye !!!

Veeee geldik işte 7 Haziran’a… Türkiye’nin kaderini belirleyeceği güne.

Bir iş sebebiyle Ege’de bulunan ben, koştur koştur uçağa yetişip, İstanbul’a varıp vatani görevimi yerine getirebilme derdindeyim.  Seçim sonucuyla ilgili az çok herkes gibi fikir yürütebilirken, bu seferki seçim sonuçları için pek bir fikir yürütemiyorum, sanki beklenilenin dışında bir sonuç olabilecekmiş gibi geliyor.

Demokrasinin olduğu bir ülkede yaşadığımızı düşünen bizler, bence bu seçimde bunun gerçek olup olmadığını görecekmişiz gibi geliyor.

Bu arada seçim kesin olaysız bitmeli.  Zira, yabancı basın da bildiğiniz üzere Türkiye’deki medya, yargı ve özellikle de siyasi hayatın sadece tek bir partinin hegomanyası altında devam ettiğini haber yapıyor ve ülkemizi ağır eleştiriler altında eziyor.  Ülke elden gidiyor eleştirileri, umarım demokrasinin olumlu gücü ve istikrarıyla son bulur.

Bu yıl seçim sonuçları üzerine de vatandaşlar daha  bir duyarlı olmalı ki, seçim sonuçlarının çarptırılmaması için  tüm ülkede geniş asayiş önlemleri alınıyor; insanlar sandıklar başında geçen yıllara oranla daha da bir şevkle sayman olarak görev alıyorlar.

Her parti kendi düşünce sistemine göre haklı bir politika izliyordur muhakkak !!! Bu anlamda kendi gerçeğini bile hayalleştirerek, kendine göre haklı siyasi düşünce yapısı belleyip; bunu seçmenlere kabul ettirebilmek için elli taklalar atıp, emek harcayan en küçük ve adından en az bahsettirebilen siyasi partinin emeğini  ve çabasını bile takdire şayan buluyorum.

Zira, ben bir demokrasi çocuğuyum.

Haydi Türkiye, faşizmin önünü kesmek için Anayasa’dan doğan  demokratik bir hak olan seçme hakkını kullan ve seçim sonuçlarına da sahip çık ve oyların hırsızlığını engellemek adına oyunun demokratik sonucunu da takip et, edebil…..

Hayırlı Seçimler ve Sonuçlar Dilerim.

Saygılarımla

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

Başarı En Seksi Şey Şu Hayatta !

Bir Fenerbahçe taraftarı aynı zamanda da bir Fenerbahçe Kulübü Üyesi olarak, sevinerek söylemeliyim ki, bu haftasonu Fenerbahçe’nin Olağan Genel Kurul Toplantısı ve Başkanlık seçimi vardı. Ben de gidip oyumu kullandım. Sayın Aziz Yıldırım, 12. kere Başkan seçildi, Efsane Başkanımızdır kendisi. Tüm Fenerbahçeli taraftarları olarak gözümüz aydın. Kendisini takdirle ve saygıyla tebrik ederim.  Allah, Fenerbahçeyi Aziz Başkan’sız bırakmasın; nazarlardan korusun hem kendisini, hem bunca yıllık başarısını.  Kolay değil, hiç değil; vazgeçilmez başkanımızdır bizim.

basari em seksi

 

Taktım kulaklığımı, açtım en sevdiğim müzikleri şöyle pazar pazar sahil kenarında bir yürüyüşe daldım. Hava güzel, insanlar mutlu, gönlümüz hoş, şükür elimiz ayağımız tutuyor, en azından bir yürüyüş süresi boyunca pek bir bahtiyardım halimden. Zaten hepimizin en azından haftada bir, hiç bir şeyden yakınmadan sadece yaşadığımız için bile Allah’a şükredebiliyor olmamız lazım. Geri kalan zamanlarda zaten yeteri kadar sinir küpü, endişeli ve ızdıraplı hallerimiz olabiliyor. Migren atakları ve sinir bozulukları da cabası….. Dur konu dağılmasın !!

Nerede kalmıştım, evet “başarı” en seksi şey.

Güzellik geçici, akıl da bir anlamda geçici öyle değil mi ? Hepimizin bunama riski, her geçen gün daha da artıyor.   Ancak, başarılar kalıyor geride.  İnsanlar, hep başarı ya da başarızılıklarıyla anılıyorlar.  Ölen insanın arkasından “yazık oldu, iyi adamdı” denilmesi bile; bir anlamda bir başarı göstergesi değil mi? Birilerine hakkında iyi şeyler söyletebilmek bile ? İnsanları yönetebilmek, kendini sevdirebilmek, seçilebilmek, kurallarını dinletebilmek ve birilerinin gözünde vazgeçilmez olmak, olabilmek !!!

Sizin, kendinizi 100% başarılı gördüğünüz bir konu var mı, hiç? Varsa abanın o alan üzerine..

Zira konuyu hukuka getirmem gerekirse, meslek olarak hukukla uğraşanların “başarı durumları” etkisini nerede gösterir biliyor musunuz?  Kanun ve içtihatları doğru uygulamada.  Avukat, kanunu yanlış yorumlayıp; müvekkilinin durumunu daha da aleyhe getirecek bir şekilde uyguladı mı, yanmış demektir. Hakim de yanlış yerde kalemi kırdı mı, vay haline o hakimin….Peki gelelim soruma, Yargıtay kararları bu anlamda ne işe yarıyor sizce hakimlerin başarılı ve doğru kararlar vermelerini sağlıyor mu dersiniz? Bence hayır ….

Peki, “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin bir sonucu olarak hukukilik denetimi yapan mahkemeler ile hakimlerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı esastır bildiğiniz üzere….

Peki ya denetimleri yeterli ve başarılı mı? Güya var ancak eksik çok, başarıysa nerdeee…

Yargıtay’ın denetiminden geçip de, hukuki aykırılık olduğundan bahisle bozulan bir karardan dolayı mahkemede yargılama görevine katılan hakimlerin hukuki ve cezai sorumluluklara tabi tutulması kabul edilemez. Bu tür bir anlayış, öncelikle yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesinin özünü zedeleyebileceği gibi, yargı görevinin yerine getirilmesini de temelden bozar.

Yargıtay denetiminden geçen bir kararda; kast derecesinde kusura dayalı bir hata varsa, bu konuda gerekli ihbarı Yargıtay’ın ilgili dairesi ve Ceza Genel Kurulunun zaten yapma zorunluluğu vardır.  Bu yapılmadığına göre de, her hukuki değerlendirmede hata yapıldığı düşünüldüğünden; özellikle karar aşamasına katılan her hakim hakkında inceleme başlatılması ve  tazminat ve hatta ceza sorumluluğu yoluna başvurulması, hele bu konuda hakimlerin görev yaptığı yerlerde bulunan savcıların “muhakkik” sıfatıyla hakimlerin denetimi konusunda yetkili kılındığını biliyor muydunuz?   Sizce böyle bir ortamda verilen kararların “doğruluğu” ve “başarılığı” da göreceli olmaz mı? Bu başıboşluk halinde, aynı “tarafsızlık” konusunda gölge düştüğü gibi aynı zamanda da “yargıya güven” konusuna da çamur sıçramaz mı?

Nerede kalıyor o zaman “başarı”, nerede kalıyor “doğruluk”?

Başarılı İşler Yapıp ve Doğru Kararlar Verebildiğimiz Bir Hafta Olsun

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

Uzun İnce Bir Yoldayım

Benim için bir güzel hafta sonu oldu ki, sormayın. Benim memleket Ankara’daydım. Bu haftayı epey yoğun geçirmenin verdiği yorgunluk, bir yandan da geçmişime olan özlem; epey duygusal anlar geçirmeme sebep oldu ailemle. Babacığım, Pazar sabahı beni ve kardeşimi televizyonun karşısına oturtup, ufaklık videolarımızı izlettirmez mi? İşte orada koptum ben. Yahu, yıllar ne çabuk geçiyor. Babam benim 2 yaşında olduğum videoda 27 yaşındaymış; yani benim şu anki yaşımdan 4 yaş ufak. Bir an geçmişe, bebek olmaya; çocukluğumun şımarıklığına duyduğum özleme mi hüzünleneyim; ne güzel çocukluk dönemi geçirdiğime mi sevineyim, yoksa yılların çok hızlı geçiyor olduğuna ve daha çok fazla şey yapmam gerektiğine mi telaşlanayım; bilemedim….

mnm

 

Derken bu haftanın duruşma yoğunluğu ve ofisteki yoğunluk haricinde sinema aşkıyla tutuşan yanımı da doyurdum. Sizlere zaman zaman köşemden bahsettiğim kısa filmi de çekebildim sonuçta. Çekmiş olduğum filmin konusunu filmimiz montaja girdikten sonra ve Antalya Portakal Film Festivali’ne gönderdikten sonra sizlerle ayrıntısıyla paylaşacağım. Ancak, kısacık konusunu merak edenlere; aşkı uğruna çılgına dönen kadını konu alıyor.

Geçen haftaki yazımı takiben, bana email yoluyla sorular gönderen okurlarım olmuş. Öncelikle beni takip eden, yazılarımı ilgiyle okuyan herkese çok minnettarım, yanaklarından kocaman öperim:) Gelen soruların bazılarına bu yazımda yer vermek istedim.  Zaman zaman yapacağım bunu.. Soruları, aynen yayınlıyorum.

-Gizem Hanım Merhabalar… Ben size Antalya’dan yazıyorum. Hukuk Fakultesi’ni yeni bitirdim, fakat hukukla ilgili bir meslek dalıyla uğraşmak istemiyorum. Sizin de çok yanlı bir hukukçu olduğunuzu biliyorum. Beni anlayacağınızı umarım. Bana ne yapmamı önerirsiniz?

Merhabalar, Sanem Hanım. Hukuku çok sevmeseniz de olur. Bırakın, o sizi sevsin.  Ancak eğitiminizi aldığınız işi yapmanızı öneririm. Madem, benim gibi çok yönlüsünüz, mesleğinizi yapmak diğer alanlarla ilgilenmenize engel değil ki, zaman bol her şeye yeter … Hem başka iş yaparsanız, aldığınız eğitimi heba etmiş olursunuz.

Gizem Hanım, boşanma hukuku konusunda ün salmışsınız; ancak nedense bir türlü evlenmediniz sebebi nedir? Evliliğe karşı mısınız?

Beni çok güldürdünüz Erhan Bey. Valla, benim çevrem de aynı dertten müzdarip. İnşallah evleneceğim. Evlilik için doğru insan olması şart; evlenmiş olmak için evlenemem. Ben, aşk insanıyım. Hayatımda birinin olup olmadığı da, bende kalsın. Sevgiler…

-Hep arabuluculuğu met ediyorsunuz Gizem Hanım; gerçekten zamandan tasarruf etmiş oluyor muyuz? Sizce davalar ne adar zamanda bir yapılmalıdır?

Elbette; arabuluculuk, dava yoluyla karşılaştırıldığında zaman ve masraftan epey tasarruf imkanı sağlıyor. Her bir mahkemede görülen dosyalarda, duruşma aralıkları bence 1 ayı geçmemelidir.

– Gizem Hanım, Antakya’dan merhabalar.  Yazılarınızı ilgiyle okuyoruz. Yazdığınız kitap ve çektiğiniz kitaplarda kendi hayatınızı mı konu alıyorsunuz? Bu kadar çok yönlü olmanızı gıptayla takdir ediyoruz.

Ayşe Hanım teveccühünüz. Elbette kendimden esinlendiğim hususlar oluyordur elbette ancak hayır o karakterler bire bir ben değilim. Ben sadece kurgu ve senaryo yazıyorum, başka karakterler üzerinden.

-Gizem Hanım; sizce Türkiye’ye idam cezası gelmeli midir?

Elbette. Bazı cezalar için şart; bu düzenleme için geç bile kalındı. Cezalar, caydırıcı olmalıdır.

-Gizem Hanım; siz asgari ücret tarifesine göre mi vekalet ücretini belirliyorsunuz?

Bazı durumlarda evet. Asgari ücret tarifesinin altına inmemek şartıyla; emeklerim ve harcadığım mesaiyi karşılayabilecek bir miktar üzerinden anlaşmaya gayret gösteriyorum.

Bana yazmaya devam edin…

Saygılarımla

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@av ukatgize mtan

Eceline Mi Susadın Sen?

Mutsuz insan tiplemesine, en başta spor imkanı olup da yapmayanlar giriyor zannedersem.

Önünde kocaman göbeği, bakımsızlıktan toparlaç gibi olmuş bir beden, elinden sigara ve içkisini düşürmeyen, homini gırtlak yemek yiyip sinirini yemeklerden çıkaran ve vücudunu, sağlığını umursamayan insan kitlesi.  Eceline susayan insanlar… Bu insan grubunun sayısı ve hacmi arttıkça; memlekette uyuşmazlık konuları ve sıkıntılar da artıyor.

Şimdi nedir bana bunu yazdıran söyleyeyim hemen.

Zira filinta gibi değiliz ancak Allaha şükür kendime dikkat eden bir tarafım vardır hep.  Zaten ne me lazım, sıkıysa bir kilo alayım, bakımsızlaşayım; sağolsun benim çevremdeki herkes çok acımasız.  Hemen ikaz ederler, hem de ağır bir şekilde; neymiş efendim kilo almışım, neymiş spordan uzaklaş mışım,…. neymiş ecelime mi susamışım… Sigara kullanmam, sporumu eksiksiz yapmaya çalışırım, yediğime içtiğime dikkat ederim etmesine ancak şu ara yogaya merak sarmış ruh halimle; gerçek hayatla pembe hayat arasında denge kurmaya çalışıyorum…

namaste1

“Nameste” diye diye yoga yapıyoruz.  Tüm sınıfla transa geçiyoruz.  Çoğu zaman hep gülüp, anlam veremediğim bu spor dalıyla hayat buluyorum size yemin ederim ki.. Herkese öneririm.

Spor yapmak farklı düşünme becerisi de getiriyor insana.  Bu sayede,  uyuşmazlığınızın çözüm yolunu ararken karşı tarafın canına bela okumadan; müşterek yolla kazan-kazan sistemi ve isteği geliştiriyor beyniniz ve kalbiniz.

Bu hafta uzun süredir dava aşamasında olduğumuz birden fazla uyuşmazlığı ofisimde yaptığım arabuluculuk seansıyla çözüme kavuşturdum. Şimdi bana derseniz ki, bu müvekkillerin yoga yaparak mı geldiler senin ofise, o yüzden mi? Valla, ne alaka demeyin gerçekten de doğru.  Hepsi yoga yapmasa da spora ciddi vakit ayıran taraflar.

Zira her birinin düşünce şekli yumuşak; çözüm odaklı, zaman ve emek tasarrufu odaklı.

Bir kere daha bahsetmek gerekirse; hangi uyuşmazlıklar “arabuluculuğa” uygun diye?

Tarafların üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilecekleri tüm özel hukuk uyuşmazlıkları uygundur.

Buna boşanma kararı haricinde, içinde şiddet unsuru olmayan tüm ailevi uyuşmazlıklar, alacak davaları, tazminat davaları, işçi-işveren uyuşmazlıkları ve kamu hukukuna girmeyen tüm özel hukuk davaları girer.

Bana derseniz ki, “yahu namasteyle ne ilgisi var uzlaşmanın.  Arabuluculuğu buna da mı bulaştırıyorsun; diye?”

Cevabım “koca bir evet” olacaktır.  Zira düşüncede sınır yoktur, marjinalliği de katarsak ben birleştirmeyeceğim de kim birleştirecek :).  Tabii ki, buna paralel olarak nameste”nin sözlük anlamını da yazmak isterim ,  Namaste sözcüğü, bire bir çevrildiğinde: “Senin önünde saygıyla eğiliyorum” anlamına gelir.

Herkes birbirinin önünde saygıyla eğilsin ve uyuşmazlıklarında orta yolu bulmaya çalışsın.

Yaşasın “Namaste” yaşasın “Arabuluculuk”. Ecele susamayan bir hayata merhaba diyelim;  geç ve güç olmadan..

Saygılarımla

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

Güneş Topla Benim İçin ! Artık Hakkımı Yeme !

Bu haftasonu harika bir konferansta konuşmacıydım. Hak, hukuk, menfaat konularını konuştuk. Her türlü hak, gerek işçi olsun, gerek kadın hakkı, en başında da “yaşam hakkı”nı masaya yatırdık.  Dinleyicilerim arasında, hatırı sayılır sayıda, Fatih Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri de vardı. Şimdiki öğrenciler, daha da mı bir bilinçli yetişiyor nedir anlamadım. Vallahi, öğrenciler karşısında konuşma yaparken insan, erişkin dinleyicilere göre daha da bir fazla terliyor.  Hep gerçekleri konuştuk. Öğrencilere, teoride yazılanlarla; pratikte yaşanılanların arasında ciddi fark olduğunu söyledim,durdum. Neyse emekler yerini bulsun da, gerisi mühim değil.  Arkadaşlar kurabiye hazırlamışlar; ve her kurabiyenin üzerinde Türkiye’de işlenen türlü suçlarda ihlale uğrayan hakların türü yazıyor. Bakın bana denk gelen kurabiyeye. Keşke toplumdaki herkes beni dinleyen öğrencilerim gibi bilinçli ve adil olsalar. Suçlar ve hak yiyişler, son bulsa!!

popo

Kadın hakkı denilince; biliyorsunuz memlektte; kocasından ya da sevgilisinden dayak yiyen, tehdit edilen, tecavüze uğrayan, hakarete maruz kalan ve öldürülen ya da intihar eden o kadar çok kadın var ki… Her geçen gün de azalacağına, artıyor malesef. Bir hiç uğruna canlarından oluyorlar.

İşçi hakları denilince de, haksız fesih sonucu işyerinden çıkartılan işçilerin kıdem ve ihbar tazminat davalarından tutun da; mobing davalarına kadar; sürüsüne bereket derdest davalar var mahkemelerde.  Tüm bunları anlatırken de, kapitalist devlet düzeni, sosyal devlet ve de Marksizimden ayrıca liberal ekonomiden bahsetmemek olmazdı tabii ki.   Bana sorarsanız, Anayasamız’da geçen Türkiye Cumhuriyeti’nin bir sosyal hukuk devlet oluşu, sadece bir ibareden ibarettir.  Zira, devletin vatandaşın hakkı üzerinde korumacı olması konusunda gerekli gücü gösteremiyor oluşu, dillere destan olduktan sonra; bizim hak ve hukuk üzerindeki konşmalarımız da “ütopyadan” öteye gitmiyor malesef.  Belki de gelecek günler daha aydınlık olur, olacaktır.  Kimbilir !!!

Türkiye’de yaşama ve işçi hakları; tüm bunlar Anayasa’da düzenlenmiş düzenlenmesine; ancak gelin görün bunun bir güvencesi var mıdır? Son 10 yılda; tutuklu ve hükümlü sayıları, dolayısıyla suç sayıları 3’e katlamış; korkunç !!!

Bunun sebebi hem eğitimsizlik hem de yargıdaki eksiklik…

Cezaların caydırıcı olmasıyla beraber, vatandaşa küçüklükten itibaren ailede başlayan eğitimlerin verilmesi şarttır.

Bir yanıyla insanımızda, hak ve adaletin aynı zamanda merhametin farkındalığı olduğu halde; bir yandan da gün be gün, cinayetlerin ya da diğer insanlık hakkına karşı işlenen suçların sayısında artış oluşunu, anlamak gerçekten de mümkün değil.

Nasıl oluyor da 12 Eylül 1980 askeri darbesinin mimarı Kenan Evren’in ölümü bile, kendisiyle ilgili nefreti toplumdan silip yok edemiyorsa ve o kadar masumun hakkı ve idamı; cezasız kaldıysa; yeteri kadar acı çeken ve bedeller ödeyen Türk toplumunun da, daha güzel yarınlarda “hak ve hukuk” a dayalı bir düzeneoturtabilmesini temenni ederim.  Bunun için de öncelikle hukukun sağlam ve saygın temellere atılmış olması zaruridir.

Tüm okuyucularıma, çok sevdiğim şu türküyü sevgiyle gönderiyorum.

Güneş Topla Benm için / Zülfü Livaneli

İyi Haftalar Dilerim

Saygılarımla

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

Sözleşmeler ve Duruşmalar

Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu” filmini izlediniz mi? İzlemediyseniz hemen izlemenizi tavsiye ederim, harika ötesi bir film… Ancak sakin bir havada ve ortamda izleyin.  Güzel bir kahve yapın kendinize.  Şöyle diyor Demet Akbağ’ın canlandırdığı Necla karakteri, “Kötülük ancak kayıtsız kalınarak yok edilebilir.” Yürüyüş yaparken düşünüyordum da bu sözü; aslında bir açıdan da haklı sayılabilir ancak, gerçek hayata geçirmekte sıkıntı doğacaktır, zira bizler kötülüğe kayıtsız kalmaya alışmış insanlar değiliz asla; ,olamayız da. Savaşçı bir toplumuz.

banka-ongoru

Kötülüğe maruz kalanlar, göze göz, dişe diş mantığında değillerse; çalarlar kapımızı. Avukatlar ne için var? Kötülüğe maruz kalan müvekkillerini korumak için.  Necla karakterinin dediği gibi kayıtsız kalma taktiği, belki kötü karakterlerin destur edeceği, uslanacağı toplumlarda işe yarayabilecek bile olsa;  bu görüş benim hayat görüşümde, gazoz ağacından öteye gitmez.

Dikkat ettiyseniz, böylesi doğrudur da demedim; zira ;hayatım boyunca doğru ve yanlış odaklı bir bayan da olmadım. Doğru ve yanlış odaklı yaşayıp, kendini mütemadiyen haklı görerek yaşayan insanları da, dünyanın en mutsuz insanları olarak görmüşümdür hep. Hayat felsefeme tamamen zıt.

Önemli olan, insanın kendini tatmin etmesidir. Asgari müşterekte de olsa; kendisine kötülük yapan kişiye tamamen kayıtsız kalmaktansa; cevap vererek istediğini, kendisine layık gördüğünü alabilmekte ve hakkının peşinden gidebilecek cesarete haiz olabilmektir.  Bir nevi had bildirme hakkını, herkes kendinde görebilmelidir.

Gerek benim gibi düşünen avukatların, gerekse de benimle çalışan müvekkillerimin imzalayacakları  sözleşmelerde hangi maddelere önem vermeleri gerektiklerine ilişkin soruları; hem de duruşmalarda alınacak tavırlar ve karşı tarafa açık verilmemesi gereken diğer hukuki hususlarla ilgili soruları hep “öngörü özelliğimizle” ilintilidir.  Zira, hukukta doğru ve yanlış yoktur, çoğu kanun maddelerinin yoruma açık olduğunu ve savunmanın öneminin ve hakimin vicdani kanaatiyle çoğu davanın ilerlediğini, bir kere daha hatırlatmak isterim.

Uzun lafın kısası, hukukun olduğu her noktada, her daim “öngörü usulüyle” gitmekte fayda var.  Yani, sözleşmelerde müvekkil lehine görülen bir madde, bir vakit sonra, eğer başında öngörüsüz bir şekilde doğru yorumlanamazsa ileride müvekkil için bela niteliğinde olabilir.  Daha sonradan, telafisi mümkün olmayan sıkıntılarla uğraşmaktansa, başında gardımızı alalım. Duruşmalarda da, özellikle de sözlü savunmanın önemli olduğu basit yargılama usulüne tabi işçi davaları ya da ceza davalarında, ağızdan çıkan her söz, süzgeçten geçirildikten sonra ağızdan çıkmalıdır ki, ileride aleyhe kullanılmasın.

Kötülüğü yok etmenin yolu kayıtsızlıktan değil, haklı çıkabileceğimiz şekilde cevap vermekten geçer.

Kötülüklerden uzak bir hafta dilerim.

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

Mobbing Davaları

İşsizlik cabası, işini severek yapmak cabası, ekmek parası kazanmak cabası, giderlerini gelirinle orantılı hala getirebilmek cabası, bir de çalışanlar için mobinge uğramadan işyerinde başarılı olabilmek, kalabilmek cabası !!! Mobbing uygulamaları gün geçtikçe artıyor !!!  Nedir mobing?  “bir işyerinde, bir veya birkaç kişinin bir diğer kişiye uyguladığı, düşmanca ve ahlaka, etiğe aykırı yöntemlerle sistematiksel olarak yaptıkları psikolojik baskıdır”.

Peki, mobbing, hangi davranışlarla ortaya çıkar?  Çalışanın mesleki yeterliliğinin sorgulanması, çalışana  güvenilmediğinin hissettirilmesi, çalışana verilen süre içinde bitirilemeyecek görevler verilmesi şeklinde, çalışandan bilgi saklanması, çalışanın işyerinde görmezden gelinmesi, çalışma ortamı içerisinde diğer çalışanların yanında azarlanılması, aşağılanması şeklinde ve daha nice bu tarz davranışlarla, hedef alınan işçiyi işyerinden ayrılması için bezdirmek amaçlı yapılan her türlü psikolojik baskı mobinge girer.

Mobbing sonucunda da, mobbinge maruz bırakılan işçi istifa etmeye mecbur olur ve sanki bu kendi isteğiymiş gibi gösterilir.  Bu da o işçinin kıdem ve ihbar tazminatı talebinde bulunmasına engel olur…

Mobbinge maruz kalan işçilerin, mesleki bütünlük ve benlik duygusu zedelenir; paranoyaya ve kafa karışıklığı yaşarlar;  kendine güven duygusunu yitirirler, toplumdan soyutlanır; huzursuzluk, korku, utanç, öfke ve endişe duygularını yoğun bir şekilde yaşarlar;  ağlama, uyku bozuklukları, depresyon, yüksek tansiyon, panik atak, kalp krizine kadar giden sağlık sorunları ve travma sonrası stres bozukluğu yaşarlar.

Türkiye’de genel olarak mobbing uygulayan işverenler, İş Kanunlarının işçiyi koruyan tazminat ve işe iade hükümlerinden kurtulmak ve işçiyi istifaya zorlamak için uygular ve bu süreçte mobing’e maruz kalan işçi çoğu zaman psikolojik açıdan ciddi zararlar görerek istifa edip ayrılır.

Borçlar Kanununun 417. Maddesinde, işçinin hem kişiliğinin, hem de yaşam ve vücut bütünlüğünün korunmasına yönelik olarak düzenleme yapılmıştır. Maddede, işveren-işçi hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak, saygı göstermek, işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamak, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür hükmüne yer verilmiştir.  Ayrıca bu kanun maddesinde, işveren, işçiye ait kişisel verileri, ancak işçinin işe yatkınlığıyla ilgili veya hizmet sözleşmesinin ifası için zorunlu olduğu ölçüde kullanabilir. Ancak özel kanun hükümleri saklıdır.

Ben mobing davalarına gömülmüş durumdayım, yoğun bir şekilde mobbing davaları üzerine çalışıyorum.  Sevgili müvekkillerime önerim genelde şu oluyor, mobbinge uğradığınızı düşünüyorsanız buyrun tazminat davamızı açalım, ancak asla kendi isteğinizle istifa etmeyiniz; kıdem ve ihbar tazminatı hakkınızı yok etmeyiniz.

Saygılarımla

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

Vector illustration (EPS10 includes transparency) Working under the boss pressure
Vector illustration (EPS10 includes transparency) Working under the boss pressure

Arayan Bulur !

Yeni yaşıma girdim bile bu hafta, valla 31 oldum bile çoktan. Zira; benim için daha yolun yarısına çok var denilebilir, ancak yine de yaşlanıyor olabilir miyiz acaba? Daha bir duygusal, daha bir duyarlı, daha bir aileye özlem, daha bir sevdiklerime bağlılık, hayat epey dingin benim tarafımda anlayacağınız. Burgazada, Büyükada derken epey bir adalı oldum çarşambadan bugüne değin. Ada bir huzurlu, bir huzurlu. Kimse bir şeyi dert etmiyor. Husumet kişiler arasında neredeyse yok denecek kadar az. İnsanlar konuşarak problemlerini hallediyorlar. Mahalle kültürü ağır basıyor, şehirli olmanın yozlaşmış olma bedelini ödemek de zorunda değiller gibi. Biz şehirliler, aslında farkında değiliz ancak şehirde yaşıyor olmanın ağır bedelini fazlasıyla ödüyoruz, yazları ya da fırsat bulduğumuz diğer zamanlarda da ilkel ancak huzurlu yerlere tatil amaçlı da olsa kaçmak isteyişimiz de belki tam bu yüzdendir.

adamasa

Hukuk ve kanun ihtiyacı; kargaşadan doğar. Bir yerde huzursuzluk, arbede varsa; o yerde mahkemeler ve hukukçu olmalı. Kişiler kendi husumetlerine çözüm bulamayıp, bir üçüncü kişinin müdahalesine gereksinim duydukları anda orada adliyenin olması şarttır. O gün bir okurum “arabuluculuk” la ilgili yazımda bana şöyle bir anlama gelen tweet göndermişti. “ Arabuluculuk, kadılıktır”. Hatta beni de eleştirmiş arabuluculuğu övdüğüm için.  Bu iddiayı, Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk yasası daha tasarı halindeyken CHP de getirmişti. Ben de bu vesileyle, kadılıkla arabulucu arasındaki farkı tarif etmeyi isterim.

Osmanlı döneminde kadılar, yargıyı sağlardı, belediye başkanlığı yapar, kamu görevlileri hakkında rapor düzenlerler, merkezden gelen emirleri duyururlar ve sözleşmeleri onaylarlardı. Yani, bir hakim gibi gerek adaletin gerekse de hakimin yaptığı görev gibi, haklı ile haksızı tayin ederlerdi. Oysa ki, Türkiye’de benim gibi arabulucular; hukuki uyuşmazlıklarda hiç hakim gibi yargılama yapmaksızın sadece tarafların kendi iradeleriyle buldukları çözümlerle sözleşme hazırlarlar ve bu sözleşmeyi mahkemeden şerh almak üzere mahkeme kalemine sunarlar. Yani arabuluculuk, kadılık demek olmuyor. Bu arada, vatandaş için de ücret tarifesi çok uygundur, Baro’nun sayfasından teyit edebilirsiniz. Hatta daha da ilgilenenlere, benim 1,5 yıl önce düzenlediğim sempozyumun videosunu web sitemden izlemelerini öneririm.

Valla ne diyeyim arayan bulur, ben kendi hayatımda huzur arıyordum ve Allah’a şükür ne diyeyim; huzuru da buldum denebilir; Allah korusun… Hukukta da huzur olsun. Arabulucular çoğalsın, topluma barış gelsin; milleti kendi çözüm önerilerini getirecek kıvama ulaştıralım dilerim.

Adliyedeki arbedeler, insanlar arasındaki huzursuzluklar, siyasi gerilim ve kanunlardaki yetersizlikler de aynı benim gibi huzura kavuşsunlar.  Uyuşmazlıklar, uzlaşmayla giderilsin.  Yeter ki giderilsin bu anlamda bir kısım zümrenin arabuluculuğa “kadılık” ismini de vermesi bence hiç önemli değildir.   Kavram karmaşasından ziyade huzura bakalım.  Kanunlarımız, rekabetçi ortama ayak uydurup daha da çağdaşlaşmalı ancak önce zihniyet devrimi !

Huzurlu bir hafta dilerim.

Saygılarımla

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

Arayı Bul, Huzuru Al !

Gündem yoğun !!! Hem Türkiye’nin siyasi gündemi, hem merhum savcının şehit düştüğü Çağlayan Adliye’sindeki avukat geçişlerinin yapıldığı kapılardaki durum, hem Ağrı’daki teröristlerle çatışmanın sonucu yaralanan askerlerimiz, bunun gibi daha nice sorun ve sıkıntı hepsi ama hepsi bir gerilim, üzüntü sebebi, asla rahatlama yok memlekette.

Ne cinayetlerin sayısı azalıyor, ne hayvan katliamı, ne tecavüzler, ne işyerlerindeki mobingler. Bir sükut içinde olamadık memleket olarak… Kansere yakalanma riski de her geçen gün artıyor yurdum insanının.

Gerilim yüksek olunca, migren ataklarımız, alkol ve sigaraya daha çok eğilim, hukuka, adalete ve kanuni düzenlemelere, siyasi partilere, hükümete ve muhalefete söylem ve sinirimiz de dinmiyor elbette, artıyor da artıyor.

Bu ülkede yaşayıp da, tansiyon hastası olmamak mümkün mü ? Hayır değil elbette. Bakın önerim ne. “Arabuluculuk” . Zira, bu ünvanı boşyere almadım ben, ciddi çalışmalarım sonucunda avukat ünvanımın yanısıra “arabuluculuk” ünvanımı da kullanıyorum, e tabii ki uzlaşmayı önereceğim; savaş ve dövüşü değil.

Tavsiyelerim şunlardır …

1-Gelelim, tüm cinayet işlemeye meyilli olanlara; öldürmek çözüm değil; sorununuzu konuşarak halledin…

2-Gelelim, Çağlayan Adliye’sinde düzen ve asayişten sorumlu olan adli merci yani polislere… Avukatlarla anlaşın. Her Allah’ın günü avukat kapısında yaşanılan arbedeye çözüm bulun, avukatlara daha çok kapıdan geçiş imkanı yaratın.

3-Gelelim, bu hafta Ağrı’da teröristlerle çatışmada yaralanan askerlerin durumuna; ey Hükümet. Yetti gayrı bu ülkede teröristlerin ateşine şehit verilen asker sayısına ! Artık şehit ve yaralı askerlerimiz olmasın. Barışçıl çözüm önerileri getirin, biraz daha marjinal çözümlerle, temizleyin şu memleketi artık teröristlerden.

4-Gelelim, gerek insan gerek hayvanların haklarına, bedenlerine, yaşam haklarına tecavüz etme hakkını kendinde gören canilere. Yavaş olun, akıllı olun. Hiçbir canlıya zarar vermemeyi öğrenmek için önce kendinizle barışın, uzlaşın. Allah’ın verdiği canı, bir Allah alabilir.

5-Gelelim mobing davalarında işçilere zulüm eden işverenlere ve diğer davalarda karşı tarafındakilere zulüm eden taraflara; uzlaşmayı bilin; eğer işverenseniz işçinizi karşınıza alıp onunla çalışmak istemediğinizi söyleyin, adam gibi kıdem ve ihbar tazminatı ödeyin; işçinizle uzlaşın. Kazan-kazan mantığı çerçevesinde gittiğiniz zaman, şunu unutmayın kaybeden kimse olmayacak, siz de kazanacaksınız. O yüzden, bas bas bağırıyoruz; işçi işveren uyuşmazlıkları, alacak verecek ve icra işlemleri gibi özellikle hukuk uyuşmazlıklarında (cezai uyuşmazlıklar dahil değil) doğrudan dava açmaya değil, uzlaşmaya arabulucuya gidiniz.

Bu listemi arttırmak mümkündür, uzun lafımın kısası ister siyasi olsun ister hukuki hatta cezai mantık asla savaşmak değil uzlaşmak olsun. Ölen, yaralanan askerlerimiz olmasın artık, ülke kutuplaşması olmasın artık, adliyeler barış evleri olsun savaş evleri değil.

Kesinlikle ütopik değil, ben ve benim jenerasyonum, yani Özal döneminin çocukları olarak, özlemler ve beklentilerle büyütülüp, mutluluğa geç ulaşan tutku ve aşklarla donanmış kuşağız, o yüzden barışa hasretiz. Aşkı ve sevgiyi severiz. Barış ve sevgiye sahip çıkmak isteriz….Kavga ve savaş, ölüm kalım hiç bizlik değildir. Savaşların, galibi yoktur.

Biz birbirimizi sevmedikçe, kimse bizi sevmeyecektir.

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

Merhum Savcının Rehni, Adliye Binası ve Silahla Adalet Arayan Garibanlar

Bu fotoğrafa bakalım dakikalarca… Ne hissediyorsunuz ? Sizi sormadan kendi hissiyatimi tanımlamak isterim.

Merhum Savcı’nın görevi başındaki çaresizliği, gözlerinin kayıklığı, mutsuzluğu, ailesini bir daha hiç ama hiç göremeyeceğini hissediyor oluşu, sessizce “ben görevimi hakkıyla yerine getiriyorum, benim günahım ne” deyişi; beni o kadar üzdü ki… Dakikalarca bu fotoya baktım. Hala daha bakıyorum. Allah tüm ailesine ve sevenlerine sabırlar versin, nurlar içinde yatsın Sayın Savcımız, kanı yerde kalmasın inşallah… Ölüme yalnız gitti, savunmasızdı; tek suçu kamuyu ilgilendiren mühim bir davaya bakıyor oluşuydu… Başka da suçu yoktu. Bu olay her Cumhuriyet Savcısının başına gelebilirdi, sadece kötü talih Mehmet Selim Kiraz’ı buldu…

Sevgili Okuyucularım,

Bu yazımı sadece ama sadece Merhum Savcı’mızın ruhuna adıyorum. Şahsen kendisini tanımasam da sevdiklerinin acısını çok derinden paylaşıyorum.Ben politikacı değilim, siyaset yapmayı da sevmem. Bu olayın siyasi boyutunu yazan köşe yazarları zaten var. Ben haddim bilerek bu yazımda değil avukat olarak, bir insan olarak tespitlerimi yazacağım.

Bu fotoğraf, büyük bir utanç kaynağıdır ve Türkiye’nin tarihine bence şu ana kadar yazılan en rezil olaylardan biridir. Yüzlerce güvenlik görevlisinin çalıştığı ve insanların adalet arayışı için uğradığı, çalıştığı bir binada; bu nasıl iştir, benim aklım ermiyor… Biz bu kadar mı savunmasız ve başı boşuz? Biz sadece tesadüf eseri mi yaşıyoruz bu memlekette? Madem savcımız rehin alındı, neden adliyenin katları boşaltılıyor da; farklı bir yöntemle gerekirse Rehin Alanlarla yapılacak bir uzlaşmayla Savcımız kurtarılamıyor ? Bu nasıl oluyor? Bunun hesabını kim verecek? Ne zaman verecek? Ölenin arkasından tedbir almışsın, giden geliyor mu ?

Bildiğim tek birşey varsa “Ecelle ölüm, şu an yaşadığımız hayatta ve Türkiye’de, büyük bir şans ve lüks”.

Bu ülkede hukuk olduğuna emin miyiz? Ben değilim üzgünüm. Bir avukat olarak, bu ülkede hukuk olduğuna emin değilim… Ben hiç bir şeyden emin değilim… Nasıl olayım ? Bu fotoğrafı hafızam, hafızalar nasıl unutsun? Bu başı boşluğu nasıl dolduracağız? Kim sesimizi duyacak ? Silahlarla çözüm olur mu? Berkin Elvan dosyası için yeni savcılar atanacak en nihayetinde… Eğer olur da bu dosyada katillerin adı tespit edilemez ve kamu oyuna duyurulamazsa, o zaman bu dosyanın diğer savcıları da bu çıkmazı hayatlarıyla ödeyecekler ?

Adliye binasına özellikle de Çağlayan Adliyesine, uğramadığım hafta neredeyse yok. Ben avukatlık kimlik kartımla girdiğim için, üstüm doğal olarak aranmaz; izin de vermem zaten. Neden vereyim ki?  Avukatlık Kanununa göre, yasal olarak üstümün aranmasına izin vermeyiş hakkım varsa; ben neden bu hakkımı ihlal ettireyim ? Bazı terörist grupların kötü niyetlerini neden biz avukatlar haklarımızı ihlal ettirerek ödeyeceğiz ki? Ancak, şimdiden başladı bile; avukatlara karşı cephe alış. Artık, bizlerin de üstünü didik didik arayacaklar. Nerede kalıyor o zaman; avukatlık cüppelerinin dokunulmazlığı….

Avukatlık kimlik kartın bile olsa, Çağlayan gibi bir Adliyeden geçiş yine de  zordur. Bir kere her kapıda baro kartını okutmanız gereken elektronik kapılar var. Dolayısıyla, sahte avukatlık kimlik kartını zaten bu kapılardan okutmak imkansız olduğundan; kapılar ve güvenlik bu tarz sahte girişlere zaten izin vermemektedir. Zira gerekirse, orada olay çıkar ve yine de geçişe izin vermez güvenlik…

Umarım, Sayın Savcı’nın öldürülüşü ve bu olayın arkasındaki tüm bilinmeyenler gün yüzüne çıkar. Savcının üzerinden de 10 kurşun çıktığı raporda netleşti, halbuki basına farklı duyurulmuştu…

Ben İstanbul Barosu Avukatlarından Gizem Tan, ekmeğimi hukuktan ve avukatlıktan kazanan bir hukukçu olarak, adliye binalarını her zaman soğuk bulduğumu söylemişimdir. Ancak Savcımızın başına gelen bu hadise, beni Çağlayan Adliyesine tamamen küstürdü. Savcımız, üstelik bir de görevini hakkıyla getiren bir hukukçu olarak ve dosyada epey ilerleme kaydetmiş başarılı bir savcı olarak; soğuk adliye binasında; çaresizce, yanında ve arkasında hiç bir savunması ve polisi olmadan böyle bir rehni ve ölümü asla haketmemişti. Sözün bittiği yerdeyiz bence…. Bence en iyisi, Çağlayan Adliyesini yıksınlar, yeni bir bina inşaa etsinler… Savcı’nın savunmasız bırakılan ruhu üzerine, o binada nasıl olacak da hukuk ve adaleti temsil edebileceğiz?

Basından takip ettiğim kadarıyla kimse şu noktaya temas etmiyor …. Gizlilik kararı olmayan her dosya alenidir, yani dosyada savcıların ve avukatların aşama kaydedip kaydetmediği Mahkeme Kalemlerinden rahatlıkla öğrenilebilinir. Bunun için silahların konuşmasına, kamu görevini yapan Saygın bir Savcı’nın hayatına kasdetmeye  hiç ama hiç gerek yoktu. Yazık oldu , çok yazık oldu !!!  Silahla çözüm asla olmaz….

Hukukun çok yara aldığı ülkemizde, bugün 5 Nisan olarak avukatlar gününü buruk bir şekilde kutlarım… Tüm meslektaşlarım ve ekmeğini hukuk yoluyla kazanan hukuk camiasının başı sağolsun… Sayın Savcımızın kanı yerde kalmasın… Ailesine sabırlar diliyorum…. Umarım Savcı’mızı yapayalnız kaderine terk ettiren zihniyet, yapayalnız kalır…

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan