Çorbanın İçine Bir Kere Sinek Düştü mü….

“Telaş” “Aşk” “Bağlanma” derken bir ömür geçiyor da haberimiz olmuyor….

Sonra, bir bakıyorsun ki,”sen aşk”sın dediğin seni kendisine deli divane eden, çoktaaan çekip gitmeyi kafasına koymuş da, gitmeyi inat etmiş de, gidiş biletini sana hiç sormadan almış bile…Kalan hep geride kalana oluyor; işte geride kalan da hep daha çok seven oluyor.Yıllanmış nice beraberlikler, evlilikler “şak” diye bitiveriyorsa demek ki var bir şeyler…

Vicdanımı, yüreğimi ve aklımı; ayrılıkları sevmeyen ve  boşanmalara karşı duran ruh haliyle yoğurdum bu hale getirdim.Hatta yazdığım roman bile, tutkusundan cayır cayır yanan, ayrılığı kendisine bir türlü yakıştırmayan bir ilişki üzerine. “Seninle bir ömür boyu yola devam edemem; çünkü sen egoistsin, çünkü senin şunun eksin, bana vakit ayırmıyorsun,…..” gibisinden lafları hiç bir ilişkiye yakıştıramadım.

arman

 

“Çorbanın içine sinek düştü mü, o sineği içinden çekip çıkarsan da; çorbanın devamını içerken miden yine bulanmaya devam ediyor; o yüzden insan vazgeçmeyi de bilmelidir; gidebilmelidir…Önemli olan, o sineği düşürmemektir.” Bu sözü dün bana çok sevdiğim bir kişi söyledi, kulağıma küpe olsun diye…. İleride lazım olabilir diye.. Belki de bir sonraki romanımın konusu olsun diye…

Bir söz, fikri bu kadar mı değiştirir? Kırılan testiyi hangi yapıştırıcı yapıştırabilir? Zorla güzellik olur mu?

Ama; bir yıl önce sorsaydınız o zaman; “Yok hayır!” derdim.  “İlişkiler, ne olursa olsun devam etmeli.  Terkedilen, gideni engellemeli.  Kendini daha çok sevdirmeli, gidişi-ayrılığı engellemeli.  Daha çok beraber olunmalı, sevişilmeli, güzel sözler söylenmeli, ayrılık olmasın diye daha çok emek sarf edilmeli, saç süpürge edilmeli…”

Kim bilir belki 30’lu yaşların egoistliği beni de sarmıştır; belki de dün çok sevdiğim kişinin söylediği bu söz…

Romanım “Siyah Telaş”ı, çok kısa süre içerisinde Türkiye genelinde tüm kitapçılarda bulabilirsiniz.

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Leylim Ley !

Şu hayatta, konuşacak sözün olduğu kadar kendini gösterebiliyorsun…

Susabildiğin ölçüde de eziliyorsun….

Zira, ben de anamın karnından siyasetçi olarak doğmadım, yıllanmış bir köşe yazarlığı geçmişim de yok…

Yine de pes etmeden, yazmaya ve devamlı okumaya çalışıyorum.  Okudukça da öğreniyorum. Hem bilgi dağarcığım artıyor, hem de gerçek hayatta yaşayarak öğrenemediğim açıklarımı kapatıyorum.

Gazete küpürlerini okumadığım yaşlarda ve bir haber geçirdiğim günlerde, babacığımdan işittiğim azar hep bu yüzdendi şimdi anlıyorum….Çocukluk işte, çocuk dünyandan çıkıp, gerçek hayatla yüzleşmen ne kadar geç olursa, kendini şanslı adlediyorsun. Neyse ki, bu azarları işite işite, gündemi bir yerlerden yakalayabildik, öyle ki takipçisinin de bir hayli olduğu Vivahiba sitesi gibi güncel bir internet gazetesinde bir kaç yıldır köşemi muhafaza edebildim ve hala da severek yazmaya devam ediyorum.

Hukuk eğitimi, siyasetle içiçe gibi gözükse de aslında bambaşka iki alan.  Bir okurum, bana neden siyasete değinmediğimi sormuş.  Cevabım ise açık; çünkü pek anlamıyorum.  Zira, siyasetin de bana ihtiyacı olduğunu pek sanmam 🙂

Derseniz ki, sen hukuk dışında bir şey bilmez misin? Elbette bilirim.  Mesela güzel yemek tarifi verebilirim, ya da çeşitli derleme ve öykü üretebilir, yazabilirim.  Ancak eğitimin hangi alandaysa, o etiketi aldığımız bir ortamdayız.  O yüzden, ben hukukçu olduğum için ancak hukukla ilgili yazı yazmama izin var, dermişim.  Şaka şaka :))) “Gerçi her şakanın altında da bir gerçek var.”

Efendim, evet adli tatilde olduğumuz doğrudur.  Adliyede her şeyin durduğu da pek tabiidir.  Benim gibi iş kolik avukatların ofislerinde iş kovaladığı da diğer bir doğru olandır.  Bu ay 1 hafta kadar gittiğim Antalya’da çektiğim güzel bir kareyi paylaşayım, dedim sizinle.  O kadar da sıkıcı değilim anlayacağınız, ofis – adliye derken ben de arada bir tatil kafasını yaşayabiliyorum….

limon

Şimdi size söyleyeyim , Adliye’de hangi işler, adli tatil sürecinde tatile girmiyor….

a) İhtiyati tedbir, ihtiyati haciz ve delillerin tespiti gibi geçici hukuki koruma, deniz raporlarının alınması ve dispeçci atanması talepleri ile bunlara karşı yapılacak itirazlar ve diğer başvurular hakkında karar verilmesi.
b) Her çeşit nafaka davaları ile soybağı, velayet ve vesayete ilişkin dava ya da işler.
c) Nüfus kayıtlarının düzeltilmesi işleri ve davaları.
d) Hizmet akdi veya iş sözleşmesi sebebiyle işçilerin açtıkları davalar.
e) Ticari defterlerin kaybından dolayı kayıp belgesi verilmesi talepleri ile kıymetli evrakın kaybından doğan iptal işleri.
f) İflas ve konkordato ile sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma suretiyle yeniden yapılandırılmasına ilişkin işler ve davalar.
g) Adli tatilde yapılmasına karar verilen keşifler.
h) Tahkim hükümlerine göre, mahkemenin görev alanına giren dava ve işler.
ı) Çekişmesiz yargı işleri.
j) Kanunlarda ivedi olduğu belirtilen veya taraflardan birinin talebi üzerine, mahkemece ivedi görülmesine karar verilen dava ve işler.

Gelelim Ceza Hukuku İşlerine ; Adli tatil süresince bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtay, yalnız tutuklu hükümlere ilişkin veya Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanunu gereğince görülen işlerin incelemelerini yapar.

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

 

Türkiye’ye Serbest Para Transferleri

Köşemi okuyan meslektaşlarımın çoğu, belki de bu konuya aşinadır.  Gümrük Bakanlığı’nın 15 Nisan 2015 tarihli Genelge’sindeki “Yurt İçine Nakit Girişi” başlıklı maddesine göre: “Yurda girişte aksine bilgi ve belge olmaması durumunda, kişilerin taşıdıkları nakdin kaynağına dair gümrük idaresine yaptıkları beyan esastır. Mal ve hizmet ihracat bedeli, transit ticarete ilişkin kazançlar, yabancı sermaye bedeli veya ‘diğer kaynaklardan’ temin edilen nakdin gümrük giriş noktalarından yurda getirilmesi serbesttir. Bu nakdin beyan edilmesi zorunlu değildir ve yolcular beyana zorlanamaz. Talep etmeleri halinde, yolcuların getirdikleri bu nakdi ‘Nakit Beyan Formu’ ile gümrük idaresine beyan etmeleri mümkündür. Yolcu tarafından yapılan beyanın doğru olup olmadığı gümrük idaresince gerçekleştirilecek kontrol suretiyle tespit edilecektir. Açıklamanın doğru yapılmadığının tespiti halinde, tutanak en az iki memur tarafından imzalanarak MASAK  (Mali Suçları Araştırma Kurulu)’ na bildirilir. Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanuna istinaden istenilen açıklamanın eksik yapıldığının veya hiç yapılmadığının anlaşılması halinde 2.500 TL’yi aşan farklar için aynı kanunun 16. maddesi gereğince gümrük idaresi tarafından, açıklanmayan miktarın yüzde 10’u tutarında idari para cezası kesilir ve söz konusu nakit muhafaza altına alınır.”

dolar

Bana kalırsa, bu genelgenin getirilmesi çok riskli oldu.  Zİra, 2004’ten önce yurda her türlü nakit girişinde beyan zorunluydu. Ancak,  bu son genelgeyle nakit girişinin miktar ve kaynak kontrolü tümüyle kaldırılmış oldu.  Kara para aklamanın önlenmesi mevzuatı da yine bu genelgeyle ihlal edilebilir.

Ayrıca, bu genelge, Gümrük Müsteşarlığı AB ve Dış Ticaret Genel Müdürlüğü nün 19.03.2008 tarihli “Nakit Kontrolleri” konulu genelgesine de aykırı olmuş oldu. Bu AB Genelgesinde şöyle bir düzenleme vardı: “15 Haziran 2007 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere, yanında nakit olarak 10.000 Euro veya daha fazlasını taşıyan bütün yolcuların AB’ye üye ülkelere giriş veya çıkışlarında bu meblağı gümrükte beyan etmeleri gerekmektedir. Söz konusu girişim para aklama, terörizm ve suçlama ilgili sıkı düzenlemelerde bulunarak, AB düzeyinde gerçekleştirilen suçla mücadele ve güvenlik arttırıcı çalışmaları destekleme amacını taşımaktadır.”

Yorumu hepinize bırakıyorum, bence terörizmin ve başka türlü yoksuzlukların önünün kesilmesi için, devletin bir an evvel son çıkardığı genelgeyi yeniden düzenlemesi gerekir.

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Fırtına

Bindik arabamıza, açtık müziği sonuna kadar;  Yeni Türkü- “Fırtına” çalıyordu bangır bangır teyipten.  Tüm İstanbul duyuyordu neredeyse…. Diyor ki denizlere çıkar tüm yollar sonunda…. Bizde de öyle mi? Fırtınalar, sıkıntılar, ayrılıklar, sorunlar, çözümlenmeyen işler, davalar,  bitmek bilmeyen kangren olmuş her türlü ilişki hepsi ama hepsi…

Aylar evvel yazdığım bir yazı vardı hatırlarsanız, “Namaste” isimli … Adli tatilin devam ettiği şu günlerde, uzun uzun düşünüyorum, içsel huzurumu arttırabilmek adına daha ne yapabilirim diye ? Cevabını çoktan bulduğumu düşünürken bulmadığımı ve aslında çoktandır kendi avutmuş olduğumu farkettim.  Çevremde ve hayatımda beni mutsuz eden, enerjimi tüketen insanları çıkarmakla huzuru bulacağımı zannederken, aslında yanılmış olduğumu farkettim.  İçsel huzuru sağlamak için yapılması gereken en önemli şeyin “Kabul”lenmek olduğunu farkettim.  Her şeyi kabullenmek, bakın sonra nasıl tüm sokaklarınız denize çıkıyor.  Bir deneyin bakalım, oluyor muymuş?  Bu yazımı okuduktan sonra, o an için başınıza gelen tüm olumsuzlukları, olayları, aslında yaşamamız gereken yanlış ama yaşadığınız ilişkileri, hiç kendinizi bile suçlamadan olduğu gibi ve bittiği gibi bir kabul edin ve kocaman bir tebessüm edin ,bakın nasıl rahatlayacaksınız …..

Ben denedim, işe yarıyor …. İçsel huzuru bulunca yüzünüz gülüyor, işinizde, ailenizle, sevgilinizle ilişkilerinizde daha da bir verimli ve huzurlu oluyorsunuz.

Yüzünün her daim gülüyor olmasına hayran olduğum ve kafasının her daim zehir gibi çalıştığını bildiğim bir  işadamı arkadaşıma, nasıl her daim böyle pozitif kalabildiğini sorduğumda, bana şöyle demişti : “Fırtına hep var Gizem, her yerde var; mühim olan fırtınanın yönüne doğru gardını ayarlayıp, kafanı eğip, dik tutabilmekte ya da yanlara doğru eğebilmektedir.”

firtina

Benim ifademle, fırtınayla dans etmeyi becerebildiğin ölçüde huzurlusun.  Ben daha yeni öğreniyorum.  Tam oturmadı henüz :))

Adli tatil vesilesiyle ben de kısmi kısmi tatiller yapmaya çalışıyorum, ancak yine de sizlerden gelen maillere hem cevap vermeyi aksatmıyorum, hem de bir kısmına köşemde de yer vermeye çalışıyorum takdir edersiniz ki…

Hazır fırtınadan bahsetmişken, bir okurumun mail ile gönderdiği soruya buradan cevap vermek isterim.  Mehmet Bey, bana hep hukuk uyuşmazlıklarındaki arabuluculuktan bahsettiğimi ve ceza hukukunu unuttuğumdan yakınmış ve beni eleştirmiş.  Kendisine emaille cevabımı göndermiştim ancak bir de buradan ilgilenenleri  bu  konuda bilgilendirmek isterim: Arabuluculuk, Türkiye’de sadece ama sadece hukuk uyuşmazlıklarında uygulanan bir uzlaşma prosedürüdür.  Ceza hukuku uyuşmazlıklarında “arabuluculuk” uygulanmaz, uzlaşma uygulanır. Bu da ancak, kanunda belirtilen suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturmalarda mümkündür. Bu suçlar şunlardır:

• Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan suçlar (cinsel saldırı suçları ve etkin pişmanlık hükümleri olan suçlar hariç)
• Kasten yaralama suçu (üçüncü fıkrası hariç, TCK madde 86; madde 88),
• Taksirle yaralama (TCK madde 89),
• Konut dokunulmazlığının ihlali (TCK madde 116),
• Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması (TCK madde 234),
• Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması (dördüncü fıkrası hariç, TCK madde 239).

Saygılarımla

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Sit Alanlarının Satışı ve Alımı Mümkün müdür?

Bu konu üzerine ayrıntılı araştırmam Datça Mevkisiyle tanışmama dayanır.  Daha öncelerinde bir arazinin satışı için bu kadar kafa patlattığımı anımsamıyorum.

Muğla İli, Datça Bölgesini bilirsiniz.  Zira tatile gayet elverişli, gerek doğal güzelliği gerekse butik otelleriyle keyif veren bir yöre.  Benim bu bölgeyle tanışıklığım mart ayında bir müvekkilim lehine borçlunun üzerine kayıtlı ve 1. derece sit alanı olan bir arazinin satışını istememle başlıyor.  Mart ayından beri yürüttüğüm bu işin son aşamasına geldik sayılır, öyle ki arabuluculuk sayesinde karşı taraf olan borçluyu uzlaşmaya bile ikna ettiğim söylenebilir. Önümüzdeki hafta Datça’da bir sonuç alacağımı düşünüyorum.

hjhu

 

Sizlerin de merak edebileceği gibi şu sorunun cevabını vermek isterim: “1. derece sit alanı olan bir arsanın satışı ve alımı yasal olarak mümkün olabilir mi? Özel mülkiyet konusu olabilir mi?”

Öncelikle belirteyim ki, yasa gereği bir arsa veya arazinin sit alanı olarak ilan edilmesinden sonra hak sahiplerinin bu karara belli süre ve koşullar altında itiraz etme hakkı var. Sit alanları kentsel sit alanı, tarihi sit alanı, arkeoloji ve doğal sit alanları olmak üzere çeşitlere ayrılıyor. Ayrıca, sit alanları 1. derece, 2. derece ve 3. derece sit alanları olarak derecelendiriliyor.

Bir arsanın varsa pafta, ada, parsel bilgileriyle birlikte adres bilgileri belirtilerek ilgili Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğüne başvurması yoluyla sit alanı olup olmadığını öğrenmek mümkündür.

Peki, sit alanı arsa satılabilir mi dersiniz? Sit alanı ilan edilen bölgelerde, hem sit zeminine hem de yapılara yönelik her türlü  müdahale ancak koruma bölge kurulundan izin alınması durumunda mümkün. Arsası sit alanı sınırları içerisinde kalan kimseler, takas imkanından da yararlanabiliyor. Ben de araştırıyorum bu konuyu şu anda, çünkü çok da bilinen bir husus değil.

KTVKK m.17/b gereğince; Sit alanı ilan edilmiş bulunan alanlarda mülkiyeti bulunan özel hukuk kişileri, koruma amaçlı imar planlarında getirilen hükümler nedeniyle kesin inşaat yasağı söz konusu olduğunda, müracaat etmeleri durumunda, belediyelerin ve il özel idarelerinin mülkiyetinde bulunan taşınmazlarla yapılaşma hakkı bulunmayan parsellerin takası mümkün oluyor. Ayrıca, ilgili düzenlemeye göre de; “Sit alanı ilan edilen ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu parseller, aynı ada içerisindeki bütün parsel maliklerinin başvurusu ve karşılığında önerilen parsellerin tamamının kabulü koşuluyla, başka Hazine arsa veya arazileri ile müstakil veya hisseli olarak değiştirilebilir. Sit alanı ilan edildiği tapu kütüğüne şerh edilen taşınmazları, miras ve ölüme bağlı tasarruflar dışında, sonradan edinenlerin talepleri değerlendirilmez. Ancak, Bakanlık izniyle gerçekleştirilen kazıların yapıldığı alanlarda bulunan parsellerde, maliklerin başvurusu ve kabulüne ilişkin koşul parsele yönelik uygulanır ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planı şartı aranmaz. Bu parsellerin üzerinde bina veya tesis varsa malikinin başvurusu üzerine rayiç bedeli, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 11. maddesi hükümlerine göre belirlenerek ödenir. Bu bentle ilgili usul ve esaslar Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir.

Bu düzenlemeler de gösteriyor ki,  sit alanlarının alınması ve satılması yasal olarak aslında mümkündür; sadece sınırlamalara tabidir.

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Çek Yasasından Bazı Bilgiler

Son zamanlarda okuyucularımdan aldığım hatırı sayılır sayıdaki çek yasasıyla ilgili sorulara biraz da olsa cevap verebilmek adına; biraz kuru da olsa kanuni düzenlemelerle ilgili bilgi vermek isterim.

cekcek_1

Çek Kanununda çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı, idari nitelikteki bir yaptırım olarak düzenlendiğinden bu değişikliğin zorunlu sonucu olarak Kanunun 5 nci maddesinin ikinci,dördüncü,dokuzuncu ve onbirinci fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.Yürürlükten kaldırılan hükümlerin niteliğine baktığımızda;

– Çek hesabı sahibi gerçek kişi veya tüzel kişinin yönetim organının çek karşılığını ilgili banka hesabında bulundurma yükümlülüğü,
– Karşılıksız çek düzenleyen kişi hakkında soruşturma veya kovuşturma evrelerinde mahkeme tarafından çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı verilmesi,
– Karşılıksız kalan çekle ilgili olarak Cumhuriyet savcılığınca kovuşturmaya gerek görülmemesi veya açılan davanın beraat ile sonuçlanması halinde çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağının kaldırılması ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına bildirilmesine ilişkin düzenleme,
– Karşılıksız kalan çekle ilgili uygulanacak adli ceza hükümleri.

İdari nitelikte bir yaptırım olan çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararına karşı yapılacak başvuru ve itirazlar hakkında 5326 sayılı Kabahatler kanunu hükümleri uygulanacaktır.

Karşılıksız kalan çek bedelinin ticari işlerde uygulanan temerrüt faiz oranı üzerinden hesaplanacak faizi ile birlikte tamamen ödenmesi halinde çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı, Cumhuriyet Savcısı tarafından kaldırılır ve bu husus Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına bildirilir.

Çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağına ilişkin kayıt, kaydın girildiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra Türkiye cumhuriyet Cumhuriyet Merkez Bankasınca resen silinecek ve bu işlem ilan edilecektir.

Hamiline çek defteri yaprağını kullanmadan hamiline çek düzenleyen kişi,bu aykırılığı içeren her bir çekle ilgili olarak bir yıla kadar hapis cezası uygulamasından vazgeçilerek Cumhuriyet Savcısı tarafından üç yüz Türk Lirasından üç bin Türk Lirasına kadar hapis cezası uygulanır.

ÇEK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPAN KANUN İLE ESKİ VE YENİ TÜRK TİCARET KANUNUNDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLERe baktığımızda…

1- Eski Türk Ticaret Kanununda yapılan değişiklik;

a) 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 726 ncı maddesinin birinci fıkrasında;

Hamilin cirantalarla ,keşideci ve diğer çek borçlullarına karşı haiz olduğu müracaat hakları çekin ibraz müddetinin bitiminden itibaren altı aya geçmekle zamanaşına uğrayacağı hükmündeki zamanaşımı süresi üç yıla çıkarılmıştır.

b) Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise;çek borçlularından birinin diğerine karşı haiz olduğu müracaat hakları bu çek borçlusunun çeki ödediği veya çekin dava yolu ilekendisine karşı ileri sürüldüğü tarihten itibaren altı geçmekle zaman aşımına uğramaktadır.

Yapılan değişiklik ile zamanaşımı süresi üç yıla çıkarılmıştır.

2- 6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanununda yapılan değişiklik;

Yeni Türk Ticaret Kanunun 814 üncü maddelerinin birinci ve ikinci fıkralarında eski Türk Ticaret Kanununun yukarıda belirtilen hükmüne aynen yer verilmiş olduğundan bu maddedeki altı aylık zamanaşımı süresi üç yıla çıkarılmıştır.

Bana gelen bazı emaillere verdiğim ortak cevaplardan oluşuyor bu yazım.  Daha ayrıntılı sorularınızın olması durumunda lütfen epostam olan gizem.tan@dgtanhukuk.com’a sorularınızı gönderiniz; ben de memnuniyetle cevaplarım.

Bu arada, tüm okuyucularımın Ramazan Bayramı’nı şimdiden kutlarım, zira yarından itibaren sınırlı internetim olacaktır.  Ailemle beraber Amerika’ya gidiyorum, Orlando’ya.  İzninizle aileme doymak istiyorum biraz.  Ankara İstanbul arası mekik dokuyan bir aileye mensup olunca, beraber geçirilecek tatil günleri de kutsal oluyor haliyle…

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Arabulucuğu Daha da Sevdireceğiz Gibi

2 yıl önceydi, Amerika’da bu işin eğitimini aldığım Ohio State University ve diğer birkaç Amerikan Üniversite’sinden bu işin piri hocaları İstanbul’a davet edip, arabuluculuk konusunda sempozyum düzenlediğim… O süre içerisinde de, arabuluculuğu tanıtmak adına çeşitli sayıda yazılı ve görsel medyada yer aldım, hala da alıyorum zaman zaman….

Türkiye’de çoğu güzel şeyin tanınması, öğrenilmesinin ve benimsenmesinin zaman aldığı gibi vatandaşın “arabuluculuk”la tanışması da zaman alıyor….  Neyse ki umduğumdan daha da hızlı ilerliyor süreç.

Öyle ki haftada bir yazdığım köşemde bile okuyucularım arasından “Arabuluculuk nedir ? Hangi uyuşmazlıklar için başvuruyoruz?” şeklinde emailler alıyorum.  Tabii, arabuluculuğu eleştirenlerin sayısı da az değil; kimisi de Avukat sıfatımın yanında Arabulucu unvanını kullanıyor olmamı eleştiriyor… Olsun varsın eleştirsinler; ben de daha başka avukatlar gibi, ikisi de birdenim ve layıkıyla birden muvaffak olmaya çalışıyorum; takdir edersiniz ki. (Kendimi övüyor gibi olmasın, narsizm ve iticiliğin yeri değil :)))

arabuluculuk_gizem

Hemen belirteyim efendim, hangi uyuşmazlıklar için beni avukat haricinde aynı zamanda arabulucu olarak görebilceğinizi? Eğer karşı tarafla aranızda ceza ya da idare hukukuna girmeyen özel hukuk ilişkisinden doğan bir uyuşmazlığınız varsa; alacak verecek ilişkisi, aile uyuşmazlığı, miras uyuşmazlığı ya da bunun gibi üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabileceğiniz türden uyuşmazlıklar; ve de aranızda maddi- manevi bir şiddet de bulunmuyorsa eğer buyrun o zaman arabuluculuk seanslarına ? Bir deneyin. Hiç mahkemelerde kuyruklar bekleyip, duruşma günü alabilmek için debelenmemize gerek yok.  Hem keseniz de rahat edecektir; zira arabuluculuk seansları için seans ücreti ödüyorsunuz sadece….. Harç yok, masraf yok…

Ne dersiniz, kulağa hoş gelmiyor mu?

Bana gelen diğer bir email, en çok hangi tarz uyuşmazlıklar için ofisime arabuluculuk başvurusu olduğu konusunda.

Diğer meslektaşlarımı bilmem ancak bana en çok icraya düşen borç ilişkileri ve miras davalarında başvurular oluyor.  Miras konusu, aile hukuku konusunu ilgilendiriyor da olsa; hakim kararının bulunması zorunlu olmayan durumlar için başvuru oluyor genelde. Mesela bir boşanma ilamı almak ya da nafaka için ofisime başvuranları; bu konu hakkında bilgilendirip; başvurunun yapılması gereken yerin ben değil fakat adliye olduğunu söylüyorum. O durumda hakimden karar alıyoruz ancak diğer miras konuları bu kapsama girmiyor.

Taraflar arasında iletişim açısından şiddetin hiç bir türlüsünün olmaması gerektiğini söylüyoruz; ancak ya seans başladıktan sonra taraflar birbirlerine girer; bağırış, çağırış başlarsa ne oluyor diye soruyorsanız? Ben hemen söyleyeyim, seansa hemen son verip, oradan uzaklaşın. ( ve ortamı terkedin arkanıza dahi bakmadan koşun dermişim :)))

Zira ben; bağırtı  çağırtıya, huzursuzluğa tahammülsüzlüğümle bilinen yapımla biliniyorum çevremde.  Belki de hep sonucu tatlıya bağlama isteğimden ötürü, hep uyuşmazlıkları çözüme bağlayabildim şimdiye kadar.  Bu da avukat sıfatımla değil, arabulucu sıfatımla mümkün olabildi.  Allah da devamını getirsin inşallah…

Arabuluculuğu bir deneyin, uyuşmazlıklarınız hem tatlıya bağlanacak, hem de iki taraf kazançlı çıkacak… İnanın bana…

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

gizem.tan@dgtanhukuk.com

http://dgtanhukuk.com/blog

Mesleki Deformasyonlar

Bilmem kaçıncı çaydı garsonun bana getirdiği?  Başta, güya bir saate yakın oturmayı planladığım Abant Gölü’nün çevresine geldiğim neredeyse 3 saat oluyordu. Vaktin nasıl bu kadar hızlı geçtiğini anlayamamışım. Yorgunluk işte.  Bunu ben de dediğime göre, artık herkes diyebilir bence.  Yorgunluğu bilmeyen yapımla yaşıyorum yıllardır.  Ancak epey yorgun olduğumu yeni yeni anlayabildiğim bir dönemdeyim.  Yahu, hayat ne kadar yorucu !!!  Ohh çekelim hep beraber hadi !!!

İçinize çekin bu güzel manzarayı… Ayaklarım her zamanki gibi 🙂

abant

İyi, hoş, güzel işimizi yapıp, paramızı kazanıyoruz; müvekkillerimizin yüzünü güldürüyoruz; peki ya geri kalan zamanlarda? Kendimizle başbaşa kaldığımızda ruh halimiz nasıl oluyor, dersiniz? Dünya ve hayatla bireysel mücadelemiz, sevdiklerimizle anlaşmazlıklarımız, içsel çekişmeler, hayallerimizin peşinden gitme isteği ve gerçekler hepsi ama hepsi üstü üste biniyor ve adeta bizi bir tükenmişlik sendromuna sürüklüyor.

Genelde doktorlarda özellikle de büyük ameliyatlar yapan cerrahlarda gördüğüm bir özelliktir, ölüme karşı büründükleri soğukkanlılık hali !! Ameliyatlarda ve tedavilerde, hastalarının derdine derman bulamazlarsa hastanın öleceğini en başında bildiklerinden; ölümle yaşam arasında çok ince bir çizgi vardır onlar için, bu da her daim mantıklı ve güçlü olmalarını gerektirir.  Duygusal yanlarını gizlemeleri ve bu yönlerini dışarıya pek de çaktırmamaları icap eder.

Bizim meslekte ise ölüm, kalım yok belki; kimseyi ameliyat da etmiyoruz ancak bizde de stres var hem de çok. Müvekkillerin keseleri, mal varlıkları, sinirleri, ruh sağlıkları bize emanet.  Sıkıysa canlarına, haklarına, mallarına ufak bir zarar gelsin; ensende bitiverirler vallahi ! O yüzden iyi avukat her daim müvekkilleri için hazır olda beklemeli ve yürüttüğü işlerle ilgili güncellemeler yapmalıdır ( update etmelidir) . Bunlar olması gerekenler tabii ki,  işini adam gibi yapmanın kuralları.

Peki ya, bizler? Yani avukatların mesleki deformasyonları ne olacak?

Avukat dediğin bakımlı olacak bir kere.  Sigaradan uzak duracak ve sağlığının elverdiği ölçüde her gün sporunu yapacak.  Eğer kendie bakacak kadar bile vakit bulamıyorsa o avukat, gerek müvekkillerinden gerekse de iş yoğunluğundan dolayı; o mesleği bıraksın daha iyi.  Tükenmişlik sendromu nereye kadar? İnsanı hayattan bezdirir, yemin ederim.  Mesleki deformasyonu minimuma indirebilecek bir hayat sürebiliyorsan; o mesleği icra et ve yaşamaya devam et, derim ben.

Görüntüsü son derecede bakımlı olan avukatların bir de içlerine bakmak gerekmez mi?  Bu mesleğin en ağır bedeli, bence “güven” konusunda oluyor.  En azından ben kendi adıma söyleyeyim, avukatlık mesleğinin deformasyonunu insanlara güven konusunda yaşıyorum.  İnsanlara güvenmek hiç bu kadar zor olmamıştı.  Bir de avukatın tuttuğunu koparması gerektiğinden, her istediğini yapabilmek istiyorsun; asla yenilmemek ve her zaman kazanan sen ol istiyorsun.  Biliyor musunuz, bu hissiyatın kalbe zararını ? Bu, mesleki deformasyon değil de, nedir? Bilen varsa söylesin….

Saygılarımla

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Yanılmak İnsana Mahsustur, ancak Yanılgıda Israr Bilinçsizliktir !!!

Anneciğim Ankara’dan İstanbul’ a gelmiş beni ziyarete, bir marketteyiz alışveriş yapıyoruz.  Bana, duvardaki panoyu işaret etti, panoda “Yanılmak İnsana Mahsus, ancak Yanılgıda Israr Bilinçsizliktir !!!” yazıyor.  Bana sorarsanız, neye temas etmeye çalıştığımı hemen söyleyeyim efendim.  Zira, insanların yüzlerinde çeşitli maskeler olduğunu, olabildiğini ben daha yeni öğreniyorum.  Ne yazık ki!

“Yalan” bu dünyada olabilecek en çirkin karakteristik özellik. “Yalancının mumu yatsıya kadardır.” diye bir söz vardır bilir misiniz? İnsanlar neden başvuruyor yalana, ne dersiniz?  Çok mu kompleksliler, ya da kendilerini gerçekten de oldukları gibi beğenmiyorlar mı? İlla başkası gibi mi olmaları gerekiyor? Nedir onları eksik kılan? Yalana başvurdukları zaman kendilerini aldatmış olmuyorlar mı? Bir tek karşısındakiler mi aldanıyor yoksa? Yalan ortaya çıkınca, kim daha çok acı çekiyor? Yalan söyleyen mi, karşısındaki mi?  Size söyleyeyim mi, bence aldanan daha acı çekiyor.  Bir daha daha da vahim olan, aldanmada ısrar edenler.

“Yahu yalan değildir, belki de doğrudur…” diye kendisini ha babam de babam yalanın doğruluğuna inandırmaya çalışan insan tiplemesi.  Sizler biliyor muydunuz benim de bu tipte bir insan olduğumu? Zira yakın zannedip de bağrıma bastığım arkadaşlarımdan bahsediyorum.   Bir kere de olsa, ufak da olsa yalan, dolanını görünce de; bir daha asla inanasım gelmiyor.

Bu hafta sözüne, özüne bir zamanlar çok güvendiğim birini hayatımdan tamamen çıkardım.  Bu yıl içinde bu 2 etti.  Size de oluyor mu? Karşınıza yalancılar çıkıyor mu? Arkadaşlarınızın, dostlarınızın, sevgililerinizin yalanını bir kere bile yakalayınca hemen def mi ediyorsunuz hayatınızdan, yoksa doğru yola gelmesi için 2. ya da 3. bir şans mı veriyorsunuz bu pinokyolara?

Allah, insana kötü şans vermesin; karşısına kötü insan çıkarmasın diye boşuna dememişler.  Belki de dünyanın ve hayatın gerçekleri, insanları yalan söylemeye teşvik ediyordur; neden olmasın? Ama, yalanın da haklı sebebi olmamalı öyle değil mi?  Doğrudan defedelim ki, bilinçsizlik yapmayalım, daha fazla çamura batmayalım. Yanılmak sadece 1 defalıksa insan hali olsun, daha da devamı aptallık.  Bunun başka bir açıklaması olamaz.

kus

 

Biliyorsunuz, hukukta yalan yere tanıklıktan tutun da, yalancılığın bir türü olan “evrakta sahtecilik” suçunda bile yalan için büyük yaptırımlar getiriyor kanun.

Yalan söyleyenleri tespit edebilmek için de, vücut dilini anlamaya dayalı çeşitli tekniklerden oluşan eğitimlerin verildiği de bildiklerim arasında.  Aslında, hukukçular için yalan tespiti konusundaki bu eğitimlerin belki de zorunlu haline getirilmesi gerekir.  Zira, her ne kadar yanlış da olsa da; avukatlar için de yalanın savunucusu denildiği halk arasında bilinen bir tabirdir.  Her ne kadar bizler yalanın savunucusu olmasak da, müvekkilin sırlarını bilerek; müvekkilin haklarını sonuna kadar savunmaktır görevimiz.  Yalan söyleyeni anlayabilmek de işimizin bir parçası olmalı ki, daha sonrasında şoke olmayalım, kötü sürprizlerle karşılaşmayalım….

Yalandan nefret eden ve tiksinen bir avukat olan ben,  yalansız bir hafta ve ömür dileklerimle…

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

Arabuluculukta Gizliliğin Önemi

Sonunda İstanbul Çağlayan Adliye’mizde resmi ve gayet ciddi bir Arabuluculuk Bölümü oluşturuldu ve resmi arabuluculuk için dağıtım görevlerine başlandı bile. Taleplerin de epey fazla olduğu kulağıma gelenler arasında.

Artık vatandaş; çeşitli aile uyuşmazlığını, eşya hukukundan ya da borçlar hukuku temelli alacak verecek uyuşmazlığını; mahkeme yerine uzlaşmayla gidermek istiyor ne güzel. Türkiye’de faşizmin önü seçimler sonucunda bir nevi kesildiği gibi, her türlü özel hukuk uyuşmazlığı için mahkemeye başvurmayı tercih eden zihniyetin önü de kesiliyor artık, harika !!!

arra

Okuyucularım, bana sık sık arabuluculuğun işleyişiyle ilgili emailler gönderiyorlar. Arabulucuğa herkes sıcak bakmıyor anlaşılan. O gün şöyle bir soru aldım. “Gizem hanım, ne malum arabuluculuk seansında konuştuğumuz konular, gerektiğinde yaptığımız itirafların; uzlaşma sağlanmaması durumunda aleyhimize kullanılmayacağı?”

Zira,böyle bir şey mümkün değil; çünkü yasa gizliliğin ihlali durumunda hapis cezası getiriyor.

Kanunun 4. maddesine göre: “…..Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça arabulucu, arabuluculuk faaliyeti çerçevesinde kendisine sunulan veya diğer bir şekilde elde ettiği bilgi ve belgeler ile diğer kayıtları gizli tutmakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğe aykırı hareket ederek bir kişinin hukuken korunan menfaatinin zarar görmesine neden olan kişi altı aya kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Yani, gizlilik ihlali öyle sanıldığının aksine kolay olmayacaktır. Zira, memlekette arabulcu olmak hiç kolay olmadığı gibi, arabulucuların da hapis cezasını göze alıp bir de bunca yıllık hukuki emeklerini çöpe atmaları pek akıl karı değil; zira tam bir delilik olacaktır.  deli olan da arabulucu olamaz.  Bakın yönetmelik, arabulucu olmak için hangi kriterleri getiriyor: Türk vatandaşı olmak, mesleğinde en az beş yıllık kıdeme sahip hukuk fakültesi mezunu olmak, tam ehliyetli olmak, kasten işlenmiş bir suçtan mahkûm olmamak,  arabuluculuk eğitimini tamamlamak ve Bakanlıkça yapılan yazılı ve uygulamalı sınavda başarılı olmak. Epey zor anlayacağınız, kaç fırın ekmek yemek gereiyor… Dolayısıyla, kanunun getirdiği tüm yükümlülüklerin arabulucular tarafından yerine getireleceğine; ben kefilim dermişim 🙂

Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculukla ilgili daha ayrıntılı bilgi sahip olmak isteyen okuyucularım detaylı bilgiyi bu linkten edinebilirler….

http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/06/2012…

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com
gizem.tan@dgtanhukuk.com
twitter @avukatgizemtan