Çağdaş Yasalar Lazım Bize…

Dün gece bir programda yönetmen Sinan Çetin’i izledim. Bir ara “Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı olmalı” gibi bir şey söyledi; yanlış mı duydum diye düşündüm ama doğru duymuşum. Nitekim, çoğu gazete ve özellikle de Twitter da bu demecinden bahsediyor,  çoğu yorum da ağır eleştiri getiriyor…Keza kendisi beni sever sayar bilirim, beraber çalışmışlığımız da var hem . Önceden böyle değildi kendisi, ama bu tarz açıklamalarla gündeme geldiğine göre herhalde biraz canı sıkkın olsa gerek… Ben hukuki boyutunu yazacağım buradan, sizce Sinan Çetin’in dediği gibi eskisi gibi Osmanlı Devletine dönsek iyi mi olur diye bir düşünelim; yoksa Cumhuriyet olarak kalıp Atatürk ilke ve inkilapları doğrultusunda batılaşmamız daha mı şık olur?

Kanun ve hukuk ne olur biliyor musunuz, biz Osmanlı dönemindeki gibi olursak?

Böyle bir ihtimali düşündüm de Allah korusun deyivermek geldi içimden. Biz Türkiye Cumhuriyetiyiz, geriye gideceğimize ileriye gitmeliyiz… Kanunlarımız, dünya devletleriyle yarışabilecek seviyeye gelmek için debelenip dururken; padişahlık sistemine dönmek tam bir intihar olacaktır. Ne mi olur, kadılık gelir; tarafsızlık, bağımsızlık biter; adil yargılanma hakkı uçar gider, avukatlık/savcılık/hakimlik biter, sadece padişahın 7 sülalesine bir şey olmaz …

osmanli-iskenceleri-hamile-kadin_2

Biliyorsunuz, memleketimizde “kısasa kısas” mantığıyla ceza verme düşüncesi yıllar öncesinden bitti, milat oldu.

Türk Ceza Kanunu kapsamında cezalar, suçu işleyen kişiyi tekrar topluma kazandırma mantığıyla düzenlenmiştir.

Osmanlı dönemindeki cezalara bakarsak; falaka, hadım etme, idam, deri yüzme,  kol ve bacak kesmeden tutun da çengel işkencesine kadar o kadar ceza türü vardı ki.. Düşünsenize bu cezaların tekrardan geçerliliğini koruduğunu… kolların, bacakların kesildiğini; millet olarak yok olalım daha iyi, diğer ülkelerin arasında söz hakkı sahibi olmaya çalışmak bir yana dursun…

Hırsızlık suçu mesela şu anki ceza kanunlarımıza göre  cezası nedir derseniz.. 1 yıldan 3 yıla kadar değişmektedir. Osmanlı yasalarında ise; ilk defa hırsızlık yapan kişinin sol eli, ikinci defa hırsızlık yapanın sağ ayağı, üçüncü defa hırsızlık yapan sağ eli, dördüncü defa hırsızlık yapanın sol ayağı kesilirdi. Tövbe tövbe…

Bir de yine Muhteşem Yüzyıl dizisindeki gibi Osmanlı döneminde geçen bir dizide şunu izlemiştim, evli bir adamla bir kız ilişkiye giriyordu ve bunun sonucunda kız hamile kalıyordu.  Bu durumu ahali ve cemaat öğrendikten sonra o zamanın Osmanlı yasalarına göre meşru olan şu ceza uygun görülüyordu; cemaat tarafından görevlendirilmiş kadılar, hamile kalan bu kadını, özel bir odaya alıp düzenli olarak yemek yediriyorlar bakımını sağlıyorlardı.  Doğum zamanı yaklaşıp son 9. aya girildiğinde  elleri arkadan bağlanarak ellerinin açılması önleniyordu böylece;  bebek de vajinadan çıkamadığı için kordon bağını kopararak oksijensizlikten ölmesine sebep olunuyordu.   Bir de şimdiyi düşünelim, ilişkilerin çağdaşlığını.  Maşallah çok eşlilik var yine memlekette malesef ama yine de Medeni Kanun sadece 1 evliliğe izin veriyor; oysa  Osmanlı’da erkekler 5e yakın kadın alabiliyordu yasa gereği. Ancak günümüzde yine de isteyen çocuğunu doğuruyor; isteyen yasal süreler içinde kalmak kaydıyla bebeğini aldırıyor; ancak en azından vahşetleri yasalar desteklemiyor.

Bir ülkenin rejimi aynı zamanda kanunlarını ve hukukunu belirler bunu unutmamalıyız.

Çağdaş bir hukuk devleti olma yolunda olmamız dileğiyle

Saygılarımla

Avukat Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

“MUCİZE !”ve ÖZÜRLÜ HAKLARI

“Türkücüden de yönetmen olur mu?” diyen karşısında beni bulur …

Haftasonu Mahsun Kırmızıgül’ün “Mucize “isimli filmini izledik ve filmin sonunda böğüre böğüre ağladım; gözlerim kan çanağı haldeyken arkadaşların da diline sakız oldum tabii, bir film seni nasıl bu kadar ağlattı diye dillerine doladılar beni …

Mahsun Bey, diğer filmlerinde de olduğu gibi bu filminde de gerek Türkiye’nin gerçekleri, çaresizlikler, eğitimin önemi, insan sevgisi, merhamet, aşk, imkansızlığı imkana çevirme gücü, kudreti, o kadar duygu işlemiş ki, kelimeler kifayetsiz kalır tarif etmekte. Bence Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi yönetmenlerden birisidir Mahsun Bey. Avukatlığa başlamadan, bir dönem sinemayla ilgilendiğim dönemde bir yönetmenle çalışmıştım, prodüktör ve senarist olarak, keşke çalıştığım o yönetmen Mahsun Kırmızıgül olsaydı, gerçekten bu adamdan öğrenilecek çok şey olduğunu düşünüyorum; kurgu ve sinema anlamında. Burada kesiyorum , şimdi gelelim konumuza. Ben Mahsun Bey’in avukatı değilim, henüz değilim, beni filminde düşündüren bir sahne oldu, sizlerle paylaşmak istedim köşemde… Kitabım çıktıktan sonra senaryo aşamasına geldiğinde, senaryomu götüreceğim ilk belki de tek yönetmen kendisi olacaktır.  Mutlaka izlemenizi tavsiye ederim bu filmi. Şu anda gösterimde. “Mucize”..

mucize-fragman_7794095-6024_640x360

Özürlü insanların alay konusu olduğundan bahsediliyor bazı sahnelerde. Eline ve koluna hakim olamayacak kadar özürlü insanlardan bahsediyorum…Bu Türkiye’nin bir gerçeği.  Elbette diğer ülkelerde de vardır. Ancak şüphe götürmez bir gerçektir ki memlekette akraba evliliği çok fazla, dolayısıyla bu şekilde nörolojik hastalıklar, sipastike sayısı da bir hayli fazla, bu tarz rahatsızlıkların diğer jenerasyonlara da sıçradığı bilinen bir gerçek.

Özürlü insanları korumak adına bir yasa var mı dersiniz Türkiye’de ? Ya da kendini savunamayacak kadar aciz olan bu insanara taş atmak, hakaret, alay konusu yapma, sövme sizce TCK’da ayrı başlık altında mı incelenmeli, yoksa ayrı bir kanun olarak mı düzenlenmeli?  Ya da bu insanlara karşı fayda, imkan yaratmamanın cezası olmalı mı sizce?

Biliyorsunuz TCK kapsamında suçlar, kendini savunmadan aciz kişilere karşı işlendiğinde, ağırlaştırıcı sebep unsuru olarak görülüyor. Ancak bu düzenlemelerin yeterli olduğunu düşünmüyorum.

Hukuken ne hakları var özürlü insanların, buna hastahanede tedavi hakları, çalışma hakları, sigorta hakları da dahil ? Özürlülük priminden bahsetmiyorum. Kastım şudur, bir insan özürlü yaşamanın bedelini ağır ödüyorsa, bunun karşılığında yasalardan hakedişleri ne olabilir? Biz bu insanlara neyi armağan edebiliriz, kolu, ayağı tutan insanlar olarak?

Umarım bu sesimi kanun duyucular ve büyük kafalar duyabiliyordur. Çünkü bu sorum vicdanı olan herkese…Beni bu konuya karşı duyarlı hale getiren, tıpkı diğer filmlerinde de olduğu gibi “Mucize” filminin sonunda da hüngür hüngür ağlatan ve düşünmeme sebep olan Mahsun Kırmızıgül’ün daha nice filmler yapıp, Türkiye’nin gerçeklerini harikulade filmleriyle geniş kitlelere duyurabilmesi ümidiyle, umarım bizim de çorba da tuzumuz olabilir, keşke olsa….

Saygılarımla

Avukat Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan