Zaman Katildir !

Sevgili okurlarım,

Doğrusal olmayan zamanin ne olduğunu duydunuz mu?

Zamansızlık yaşadınız mı, yaşayabildiniz mi, yaşamak istediniz mi hiç?

Ya, bir gün sonrayı düşünmeden yaşamaya çaliştiniz mı?

Endişe ve korkularınızı, gelecek planı yapmayı bir tarafa bırakabildiniz mi hiç?

Hayır mı? O zaman bunu ilelebet yapayamayacaksınız demektir…Strese alışan vücudunuz ve yapınız bu şekilde hüküm sürecek demektir..

Peki ya hiç zamanın duygularınız üzerindeki etkisini izleyebildiniz mi? İşte bu benim gözlemleyebildiğim bir konu.  Zamanin nasıl sinsi bir katil olduğunu iyi bilirim ben.  Onca güzel duyguyu, sevgiyi, özlemi, umudu yok edebildiğini herkes gibi ben de bilirim.  Bunu bilebilecek kadar yaş aldım sanırım …. Karşılığında, senden aldıklarının karşılığında seninle alay eder gibi neyi verdiğini anlamam biraz geç oldu sadece … Neymiş biliyor musunuz sana verdiği “Sabır”, dalga geçer gibi sadece kuru bir “sabır” öyle ki, sabrede sabrede umudun sadece o andan daha kötü olmaması için niyette bulunmak olduğunu anladığın anda da yüzüne ağır bir fiske yemişcesine dumura uğradığın o an var ya işte “o an” ….O andır sana desturu öğreten … Bir soğuk su iç işte sen o anı yakaldığında, yapacak bir şey yok sadece nefes egzersizi yap bakalım derin derin yoga seanslarında öğrendiğin gibisinden … Sormayın bu “zaman” konusuna çok taktım şu ara … Birkaç haftaya yeni yaşımı da almış olacağım hem … “Dile hayattan ne dilersen dile” gibi bir ses kulağımda çınlarsa eğer pastamı üflerken 1zamansızlık” dileyeceğim kendim için :)))

Gelelim hukuksal konulara … Peki “zaman” nasıl işliyor sizce temerrüd haline düşen borç ve ödemelerimizde? Koronavirüsü sebebiyle karantina altında olduğumuz şu günlerde zamanı gelen borçlarımızı ödemek zorunda mıyız sizce? Cevap tabiikim, no excuse !!!, Virüs ve karantina süreci ödemenin süresini sadece zaman olarak öteletiyor ancak yükümlülüğü yok etmiyor.  Bu borca kredilerden tutun da aidatlar, ev kiraları kredi kartı ödemeleri, elektrik faturlarından tutun da tüm faturalar giriyor …

Yasal olarak karantina durumunun bu yükümlülüklere bir faydası yok sevgili okurlarım.  Yani ödeme her ne türde olursa olsun acilen ödemekle yükümlüsünüz, aksi falde yasal faizli bir şekilde ödemek zorunda kalirsiniz haberiniz olsun ….İcra ve hacizlerle uğraşmak istemiyorsak ödemelerinizi zamanında yapınız !  Adliyeler kapalı şu anda, ancak açıldığı an bizler yine cüppelerimizi giyip adliye koridorlarında koşturacağız, hatırlatırım! …UYAP her ne kadar icra ve iflas takiplerinin durudurulduğuna dair resmi gazete yayınlandığını duyurmuş olsa da ….

Avukatları genel olarak sevmeseniz de, nefret etmeyiniz 🙂

Sevgilerimle

Avukat Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

 

Bırakmak ve Feragat !

Sana hizmet etmeyen şeyleri bırak!

Bırak! Bırakamıyorsan da, kendine zaman tanı ve yine bırak!

Bırakmak istemesen de bırak!

Her hafta düzenli olarak gitmeye çalıştığım yoga derslerinden aklımda kalan belki de yegane söz bu !

 

 

 

Çeşitli egzersizlerle hem esnekliğimizi arttırmaya hem doğru nefes almaya (ki bunu hala becerebildiğimi sanmam) hem de postür bozukluklarımızı gidermeye çalıştığımız bu yoga seanslarının kişiliğim ve düşünce sistemim üzerindeki etkisinden ileriki süreçte de bahsedeceğim … Herkesi açmayabilir yoga ancak doğru hocayı bulduğunuzda muhteşem gelebiliyor bu seanslar insanın ruhuna ve duruşuna …

Bırakmak deyince davalardan “Feragat” yöntemi üzerine birkaç açıklamamı yazayim .

Hukuk Muhakemeleri Kanunu madde 307’de düzenlendiği üzere davadan feragat, davacının açmış olduğu davadaki talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir.Davadan feragati derdest davanın davacısı yapabilmektedir. Bu şekilde davacı, dava dilekçesinin sonuç bölümünde istemiş olduklarından tamamen veya kısmen vazgeçmektedir. Davacının feragat beyanı üzerine davada esasa girilmeden ve bir hüküm kurulmadan karar verilmektedir. Feragat, kesin hüküm gibi sonuç doğurmaktadır. Bu sebeple davacı feragat beyanından dönememektedir. Davadan feragat ise iki şekilde gerçekleşebilmektedir: Sözlü Feragat: Davacı, duruşmada davasından sözlü olarak feragat edebilir. Bu şekilde, davacının kısmen veya tamamen feragat beyanı duruşma tutanağına yazılır, imzası alınır. Ancak; keşif sırasında yapılan, keşif tutanağına yazılan ve davacıya okunarak imza ettirilen feragat de geçerli bir feragat olmaktadır. Bir diğeri ise Yazılı Feragat: Davacı, mahkemeye vereceği bir dilekçe ile de davasından feragat edebilir. Feragat dilekçesinin mahkemeye verildiğinin duruşma tutanağına ya da ara karara yazılması yeterlidir.  Feragat, hüküm kesinleşinceye kadar her aşamada yapılabilmektedir. Esas itibariyle feragat her çeşit davada mümkündür. Ancak, hakimin fiili sebebiyle devlete karşı açılan tazminat davalarında feragat davayı sona erdirmeyeceği gibi, ortaklığın giderilmesi davalarında da, davalılardan biri davaya devam etmek isterse, feragat sonuç doğurmamaktadır.

Feragat şarta bağlı yapılamamaktadır. Şarta bağlı yapılırsa sulh olarak değerlendirilebilinir. Tam feragatte talep sonucundan tamamen vazgeçilirken; kısmi feragatte, sadece feragat edilen kısım için dava sona ermektedir.

Feragat beyanında bulunan davacı, davada aleyhine hüküm verilmiş gibi yargılama giderlerini ödemek zorundadır. Kısmi feragatte ise yargılama giderleri feragat edilen kısma göre belirlenir. Davasından feragat eden davacı karar ve ilam harcının üçte ikisini ödeyecektir. Ayrıca feragat, delillerin toplanmasına ilişkin ara kararın gereğinin yerine getirilmesinden önce gerçekleşirse, avukatlık asgari ücret tarifesindeki vekalet ücretinin yarısına, daha sonra gerçekleşirse tamamına davacı aleyhine hükmedilmektedir.

Sorularınızı bekliyorum

Saygılarımla,

Av Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

Sit Alanımız var Nasıl Değerlendirelim Avukat Hanım ….

Merhaba Sevgili Okuyucularım,

Geçen hafta Samsun’dan bir sit alanı ile ilgili çeşitli sorular geldi.  Bir ihtimal Datca tarafından sonra Karadenize doğru da bu kapsamdaki prpjelerle ilgili olarak yöneleceğim.  Uygulama tüm ülkede aynı, ancak bölgeden bölgeye belediyeler farklı olduğu için; pratikte ve uygulamada da  farklılıkların ortaya çıkması mümkündür.

Size müvekkile de gönderdiğim şekilde sit alanlarının değerlendirilmesi için izlediğimiz prosedürlerle ilgili olarak genel bilgi vereceğim.  Önceki yazılarımda da bu konulara temas etmiştim.  Aklınızdaki soruların cevaplarını benim önceki köşe yazılarımda da bulabilirsiniz ya da bana email gönderin ben size cevap yazarım.

1. derecede sit alanı olan arsanız üzerinde hukuken yapabilecekleriniz oldukça sınırlıdır.  Böyle bir arsa üzerinde yasal olarak şahsi herhangi bir değişiklik yapmanız mümkün değil.  Sit alanı, sit olarak korunmasında kamu yararı bulunan alanların genel adıdır. Sit alanları kendi içinde dört gruba ve üç seviyeye ayrılır. Sizinkinin hangisine girdiğini belirleyebilmem için araştırmam gerekir ve bana tapu bilgilerini göndermelisiniz, her yerin özellikleri birbirinden ayrıdır.

Doğal sit alanları, ender bulunan doğal oluşumları ya da tarih öncesi veya tarihi dönemlere ait kalıntılar barındıran alanlardır. Arkeolojik sit alanları tarih öncesi çağlardan günümüze kadar ulaşan önemli kültürel varlıkları içerir. Kentsel sit alanları ve tarihi sit alanları daha yeni eserler barındırabilse de tarihi, mimari, kültürel özellikleri açısından koruma altına alınan alanlardır. Sit alanlarının seviyeleri ise şöyledir: 1. derece sit alanı, bilimsel ve arkeolojik çalışmalar hariç, kesinlikle dokunulmaması gereken seviye. 2. derece sit alanı da koruma altında ama koruma ve kullanma koşulları ilgili kurullarca belirlenebilir. Yine olduğu gibi korunmak zorundadır. 3. derece sit alanının ise koruma ve kullanma koşulları ilgili kurullarca belirlenebilir ama bu seviyede yeni düzenlemeler yapmak mümkündür.

Bilimsel veya arkeolojik çalışma niyetiniz yoksa ki genelde bu tarz yerlerde tursitik bir yer ve kafeteryadan açmak niyeti ile bana soru yöneltiliyor, yetkili kurumlara haber vermeden bir çivi bile çakmanız yasal değil. 1. derece sit alanı olan arsanızın doğal sit alanı grubundaysa, bununla ilgili olarak 2 Mayıs 2013 tarihli ve 28638 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan sit alanı kanununa başvurulabilir.  1. derece doğal (tabii) sit alanlarında yapılaşma koşulları şöyle belirlenmiştir: “Bu alanlarda, bitki örtüsü, topografya, silüet etkisini bozabilecek, tahribata yönelik hiçbir eylemde” bulunulamaz ama yetkili kuruluşların yapabileceği araştırmalar, kamu binaları ve doğal felaketlerden kaynaklanan bakım çalışmaları hariç tutulur. Bunların dışında, şahsi kullanım için istisnalara yer verilmez.  Bir de “takas” yolu var önceki yazılarımdan anımsayabileceiniz üzere …. Bu konuya da ayrıntılı bir şekilde önümüzdeki hafta değineceğim ….

Bir de size yaka köyünde traktör üzerinde çekilmiş 32 dişli fotomu göndereyim dedim 🙂 …. çok  mutlu olduğum bir günden güzel bir anı …

Selam ve Sevgilerimle

Bana yazın ….

Avukat Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

“Hadi Uyan Artık ! “Kıs Uykusuna Yatan Ayıcık

Yavv uyansana kızım dedim, uyanamadım…

Hadi saat ilerliyor dedim, biraz daha uyumayı tercih ettim…

Düşünme dedim, düşünmeye devam ettim…

Kalk git dedim, oturdum da oturdum …

Sonra bir baktım ki…

Babannem ölmüş,

Ben bir yaş daha almışım,

Yakın çevrem beni çok kırmış, yaralanmışım, üzülmüşüm lif lif olmuşum…

Sevdiğim tarafından terk edilmişim,

Bir hayli kilo vermişim,

Evdeki yardımcı beni soymuş,

Havalar iyice soğumuş ve dışarıdaki kedi, köpek çok aç beni bekliyor …

Köpeğim Goofym dolaşmak istiyor,

Kedim Arsızım Palamutbükünü özlemiş,

Artık iki evim olmuş,bazı günler ormanın içinde uyanır olmuşum hayvanlarımla,

İlhamım gitmiş, ikinci roman için yayıncı benden kitap bekler …

Tüm bunlar işte herşey herşey herşey ama herşey öyle bir yığılmış ki üzerime içimde devamlı uyumak istemişim …

 

 

ama uyuması mümkün olmayan kış uykusuna yatmış, ilhamsız, sevimsiz  bu ayıcık beni o kadar soldurdu ki, Tebri Şemsi’nin dediği gibi ” Ne biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olduğunu” sözünü o anımda söylemiş olabileceğini düşünüp, gayri ihtiyari bir cimdik attığımı anımsıyorum kendime … bir cimdik …yakın çevremin beni değiştirmeye çalıştığı her Allahın günü benden o kadar çok enerji gitmiş ki anlatamam, kendimden bile soğumuşum bunun sonucu onlar gibi olmamayı onları dinlememyi yeğlemişim, kendime daha da bir sarılmışım hiç olmadığı kadar,   hayat ışığım sönmüş adeta kendimi yenileyememişim, bitkin olmuşum, kalmışım, öyle uyuyup uykuya dalıp öyle uyanmışım …ama tükenmemişim, ölmemişim…

ne diyordum … üzerine bürünmüş pesimist halimden derhal uyanmak kendime attığım bir cimdikle oldu işte! en nihayet de uyanabildim, şükürler olsun Allahıma, karşısızdayım işte kaldığım yerden….. Bir çimdikmiş demek ki beni kendime getiren …. İkinci Romanım Beyaz Telaş yaza kalmadan sizlerle buluşacak diye temenni ediyorum …

Bir süredir yazamadığım için de sevgili okuyucularıma özürlerimi sunarım … Sizlere anlatacak çok şeyim var ama …

Bundan sonra yazılarımı aksatmamaya söz veriyorum ayrıca açmış olduğum utube kanalına da videolar yüklemeyi ihmal etmeyeceğim.  Sizlere sözüm olsun …

Ne de olsa içimdeki kış uykusuna yatan ayıcık uykuya daha fazla dayanamadı ve de uyandı …

Çok uzun bir süredir inzivadayım.  Zira, öyle gerekti.  Kendi kendime kaldığımda ne kadar zenginleşebildiğimi farkettim. Yalnızlık iyi aslında fena değil ancak işim gereği fazla da uzatmamak gerekiyor .. Çevremi değiştirme kararı almıştım zaten sadece bunu uygulamaya koyamıyordum bir türlü .. Ve de işin en garibi bu süre uzadıkça hayatımdaki herkesi daha yakından tanıma fırsatı edindim.  Gerek nefretleri, agresif sözcükleri, sevgisizlikleri ve formalite icabı göstermiş oldukları yakınlıklara ihtiyaç duymadığımı farkedip 2020’nin sayfasını tek başına ama daha güçlü açmam nasip oldu…

Bundan sonrası için daha pozitif bakış açısıyla …

İyi Seneler ve Sevgilerimle

 

Av Gizem Tan

Kadına Şiddet Her Durumda !

Hangi halde kadına şiddet yok ki ?

Tüm ayrılıklar, ailelerin dağılması, ilişkilerin bitmesi hep bu şiddetten doğmuyor mu sanki? Nerdeyse her boşanmanın müşterek hayatın çekilmezliğine dayandırıldığı boşanma davalarının özünde de şiddet ve mağdur olan taraf yok mu sanki?

Bu şiddet de illa ki, fiziksel olmak zorunda değil bir hakaret, aşağılama özrü ve affı kolay olmayan bir ithamın olması bile yeterli yeter ki mağrur egosunu tatmin etsin, karşısındakinin şerefini onurunu gururunu yerle bir edebilecek bir harekette bulunsun bu da genllikle erkek oluyor… ( ilave edeyim feminist asla değilim ben.)

Peki, hiç düşünülüyor mu neden şiddet yaşanılıyor diye, daha doğrusu neden önüne geçilemiyor diye? Çünkü yaptırımı yok, asla yok.  Şu anki ceza kanunu bunu sadece varmış gibi gösteriyor…

Yargıya intikal eden çoğu kadına şiddet dosyasında görülebileceği üzere, ola ki şiddeti gerçekleştiren erkek bir şekilde yargılanıyorsa mahkemeye çıkmadan etkin pişmanlık, suçu kabulün cezada indirim sağladığı konusunda tembihlenecek ve buna istinaden de kendisini haklı çıkarabilmek için üzgünmüş gibi yapacak, mağrurken mağduru oynayacak kadının kaşındığını kendisini dellendirdiğini iddia edecek, cıngar çıkarıp damarına bastığı için şiddeti hakettiğini savunacak  şiddeti meşrulaştırmak için her türlü yalan dolana başvurup, bir de duruşmada kravatı ceketini eksik etmediyse iyi hal indiriminden faydalanabilecek ve hatta ceza bile almadan özgürlüğüne kavuşabilecektir.

Şiddete meğilli bir ortamdan, aileden gelenler şiddeti meşrulaştırmak için hangi kılığa girmesi gerekiyorsa girecek ve ceza bile almadan ortalara çıkıp, toplumda aramıza karışacak ve hiç bir rezillik yapmamışcasına nağralar atıp belki aynı kadına belki başka bir kadın ya da kendinden daha zayıf gördüğü bir varlığa ya da bize bela olacaktır.  Cezadan yırtmış olduğu için de yaptığı yanına kalacak ve olan sadece zarara uğramış kurban kadına olacaktır. O kadın da bunu ya canı ile, ya bedeni ile, ya ruh sağlığı ya da organıyla ödemiş olacaktır ! Telafisi asla olmadan, olamaz ki …Bir de pişmanlığı cabası. Doğduğuna mı yansın, bu bela adamla beraber olduğuna mı, evlendiğine mi? Belki de çoktan ölmüş olacak, Emine Bulut olayındaki gibi 10 yaşındaki bir kız çocuğu bu sorulara,  gözyaşları ve ağır ruhsal bozukluklarla ömrünün sonuna kadar çile çekip kahır azabı yaşayacaktır.

Bu kısır döngü bu şekilde senelerdir devam etmektedir.  Bu kısır döngüyü durdurabilecek tek çözüm yeni bir ceza kanunun düzenlenmesi ve gerek kadına şiddet, gerek hayvana şiddet tüm bu ahlaksız kötülüklerin hak ettiği cezalar indirim hali uygulanmaksızın infaz edilmesidir ki , bu ahlaksızlıklar yok olsun daha fazla Emine Bulut’lar, Özgecan Arslan’lar ve nice sokak hayvanları öldürülmesin, bu mağdurlar yerine bu caniler ölsün yok olsunlar aramızdan.


Sebebi her ne olursa olsun, şiddetin hiç bir türlüsü asla meşrulaştırılamaz.  Emine Bulut’un öldürülmesinin üzerinden daha bir hafta bile geçmeden daha başka kadına şiddeti haberleri gelmeye devam ediyor.  Kimi bıçaklanıyor, kimi intihara sürükleniyor, kimi dayaktan beyin travması geçiriyor, kimi cinsel istismara uğruyor, kimi ise fiziki şiddete varmasa bile uğradığı tehdit ve hakaretlerden özgürce hareket edemiyor mutsuz olduğu kocasını boşanamıyor, tek başına hür bir hayata devam edemiyor ve daha ölmeden cehennemi bu hayatta yaşıyor.

Tüm bunlarının önüne ancak bir şekilde geçilebilir, o da şu ana kadar hiç denenmemiş bir yöntem ile olmalıdır (ne de olsa şu ana kadar ki yöntemlerden bir fayda sağlanamadı).  O da idam midam değil, kısasa kısas yaptırımı getirilmeli.  Ne mi kasdediyorum bununla, bu tarz şiddet eğilimi olanlar yedek parça olarak diğer masum insanlara hizmet etmeli, yani diyelim birine böbrek mi  lazım oldu ya da Kızılay’da kan ihtiyacı mı var bu ahlaksızlardan o böbrek alınmalı, bu ahlaksızlardan kan ihtiyacı giderilmeli ya da işlevselliği olan tüm organları teker teker masum insanların hizmetinde kullanılmalı ve takas mantığıyla işe yaramayacak duruma geldiğinde kurbanına nasıl işkence ederek öldürdüyse ölüme mahkum edilmeli bu şerefsizler;  (bir hücrede ya da dar ağacında elalemin gözü önünde ibreti aleme ders olsun da) daha nice masum canlara, kadınlara, hayvanlara fiziki olarak ekonomik olarak güçsüz olan varlıklara sahip çıkılması adına.

Allah’tır her canlıya yaşam hakkını bedeni veren bunları geri alabilme hakkı ve yetkisi de bir tek Allah’ta olmalıdır; canilerde değil.

 

Saygılarımla,

Avukat Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

Nafaka Ödemeleri Hayat Boyunca Sürmeli midir?

 

Sevgili Okurlarım,

Bu yazım özellikle sırtını eski zengin kocalara dayamış kadınları ilgilendirecektir.  Ne diyordu Medeni Kanunun 175. maddesi : “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz” .  Bu hükme göre, süresiz olarak genllikle kadın boşandıktan sonra ölene kadar yoksulluk nafakası başlğı altında eski kocadan ödeme alabilecek ve hayat standartlarını huzura kavuşturacak, koruyabilecekti.  Ancak Adalet Bakanlığı bu “süresiz” ödemeye bir sınır getirmeyi planlıyor.  Buna göre de,  bu maddedeki “süresiz” ibaresi kaldırılacak.

Bakanlık,  “Yoksulluk nafakası”nı, koşulları olması halinde “en az 1 yıl” ve “en çok 5 yıl ile sınırlandırmayı” tartışıyor. Çocuksuz boşanmalara en fazla 1 yıl, çocuklu boşanmalara da yine dava açılış tarihinden itibaren yani tedbir nafakası süresi dâhil olmak üzere 3 ya da en fazla 5 yıl yoksulluk nafakası verilmesi planlanıyor. Ancak nafaka süresine dönük alternatifli çalışmalar yürütülüyormuş. Bunda da , çalışmayan ve sosyo-ekonomik durumu zayıf kadını mağdur etmeyecek şekilde ve de  hakkaniyete uygun bir düzenleme yapılması planlanmaktadır.

Nafaka süresinini bana soruyorsanız da, bu süreci belirlemek açısından Medeni Kanun’da bir takım kriterlere yer verilecek. Buna göre aile hâkimi, eşe “yoksulluk nafakası” verilmesini ve süresini takdir ederken “evliliğin süresi”, “ortak çocuk bulunup bulunmaması”, “kadının (eşin) yaşı”, “gelir seviyesi” ve “kusur durumu” kriterlerine bakarak nafaka süresini belirleyebilecektir.

Yani,  bundan böyle nafaka belirlenirken, boşanan eşin (kadının) “kusur” derecesi önem arz edecektir. Kadının kusurunun % 50’den fazla olması halinde  de hâkim nafaka ödenmemesine karar verebilecek.  Yani, kadın artık, “ben kadınım, kanun önünde zaten mağdur tarafım, ödesin bana ne …” deyip sırtını sağlam kazığa bağlayamayacaktır.

Nafakanın maddi-manevi tazminatta olduğu gibi “az kusurlu” ya da “kusursuz eşe” verilmesi üzerinde çalışılıyor.  Öğrendiğim kadarı ile, yoksulluk nafakası alan eşin mağduriyeti alınan tüm tedbirlere rağmen belirlenen 5 yıllık süre sonunda hâlâ devam ediyorsa devlet tarafından bir fon oluşturularak, nafakanın fondan karşılanması önerisi de bakanlığın çalıştığı konular arasında yer almaktadır.

Yani neymiş, kadınlar zengin koca peşinde koşacaklarına ekonomik özgürlüklerini ilan edip, altın bileziklerini kollarına takıp kendi kendilerine var olabilsinlermiş … neymiş, böylece yapacakları evliliklerden parasal beklentilerini kesmeli, ömür boyu tazminat ödemelerinin değil ömür boyu sürdürebilecekleri  boşanmadan , mutlu olabilecekleri hayat arkadaşlarının peşinde koşmalılarmış ki topluma “para avcısı evlilikler” değil huzurlu ve mutlu evlilikler kazandırabilsinlermiş..

Kadın ya da erkek kim olursa olsun insana birtek kendinden fayda vardır, bunu hiç unutmamak gerekir … Zira, hayat tecrübelerim de bana bu sözümü doğrulatıyor hem bir kadın olarak hem de bir avukat olarak.

 

Ne diyor Hz Mevlana, “Küle döndüysen yeniden gül olmayı bekle !”

Saygılarımla,

Avukat Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

Yarın ya da dün değil, bugün hatta şu an !

 

Osho diyor ki, “Geçmiş ya da gelecekten ızdırap çekemezsin çünkü bunlar yoktur.  Acı çektiğin hafızan ve hayal ettiklerindir …” Biliyor musunuz, acaba bu cümle ne kadar doğru olabilir, zira bu tecrübeyle de sabit olamaz çünkü herkesin tecrübesi kendinedir …

Kaç kişi geçmişinden tamamen kopabilir, gelecek kaygısı duymadan yaşayabilir ki?

Sadece yaşanılan ana kitlenip, bir sonraki an ne olacağının kaygısını gütmeden neyin egosunu yaşamış oluyoruz acaba? Ya da bir sonraki anın kaygısını güdüp o anı mı kaçırmak lazım ? Hangisi daha iyi olur ? Bunun cevabını ben pek bilemedim.

Zira, ben biraz obsesif mizacımla her aldığım nefesi son nefesimmiş gibi alanlardanım belki de yaşadığım bazı anları defalarca fotoğraflama isteğim bu sebeptendir.  Telefonumdaki binlerce fotoğrafın tek açıklaması bu olabilir ! Telefon dayanmıyr artık bana 🙂 Çünkü, o güzel anın bir daha geri gelmeyeceğini benim tarafımdan yaşanılmayacağını biliyorum.  Fotoğrafladığımda ise, o resme baktıkça zihnim ve duygu dünyam o ana gidebiliyor ve böylece o anı iyice bilinçaltıma kaydedebiliyorum.

Hayat, güllük gülistanlık değil elbette ! Ancak, bu durumu madem biliyoruz o zaman bence de çok da gelecek kaygısı gütmeden ya da geçmişimizdeki hata ve pişmanlıkları  (ki benim “keşke”lerim yoktur çok aptalca bulurum ) her günümüze taşımadan o anı yaşayabilmekte saklıdır, “yaşam sevinci”.  Aksi halde hep geçmişi sorgulamak ve “gelecekte acaba bana ne olacak?” kaygısıyla hayatımız zindana dönüşebilir, yaşamayalım ölelim daha iyi.  Babannem der ki, “mevsimini kış tut, yaz çıkarsa bahtına!” … bu da ne kadar pesimit bir düşünce şekli, belki de bu eski düşünce şekli yüzünden babannemin ve daha nice yaşlıların güllük gülistanlık bir ömrü olamadı, her günü kaygılı ve sorunlu geçirdiler. Mühim olan da, “sevinç” nasıl yaşamak istemediğini bilmek de yatıyor bence ….

Kendinize kaçış alanları yaratın … Başka türlü bu hayat çekilmez. İcabında tüm çevrenizden uzaklaşın, yeni çevre yaratın; terapistlere gidip kutu kutu ilaçlar içmektense kendinizi doğaya, hayvanlara verin onlarla konuşun besleyin onları;  inanın çok iyi geliyor.

 

Ben biliyorum çünkü, yakın zamanda seyahatlerimden birinde bu ufaklıkla yol üzerinde karşılaştım.  Arabayla hızlıca yanından geçtim önce, aşağı yukarı 10 km yol gittikten sonra aklım bu sıpada kaldı, kendi kendime ” ne yapıyor ki otobanda bir başına” diye düşündüm ve vitesi geri kırdım.  Ben onu gördüğüm noktaya gidene kadar o, o arsada çoktan kendine bir yer bulmuş ve kıvrılıp oturmuştu.  Arabayı çektim yanına, indim arabadan.  Yapayalnızdı, çevresine bir baktım başka sıpa ya da herhangi bir sahip de göremedim.  Açtır diye düşündüm ve arabamda bulunan ruffles, eti cin, puf ne varsa sıpanın yanına getirdim.  Patates cpisini, avcuma döktüm ve sonra sıpanın ağzına götürdüm.  Katur kutur yemeğe başlamasın, eti cini de yedi pufu da … Sonra teşekkür edercesine ayağa kalktığında ne göreyim sol arka ayağında bir yara hareket etmesine engel oluyordu.  Onu da görünce beni bir ağlama tuttu.  Nefesim böğrümde düğüm düğüm adeta tıkanmıştım. Boynu da yük taşıyor olmaktan ötürü biraz ezilmişti:(

Hep derlerdi, eşşeklerin insanlara dost olduğu …

Benim sıpa, o haliyle bana teşekkür ve selam edercesine arkamdan beni arabama kadar geçirdi.  Onu o halde bırakamadığım için arabadan tekrar inip yine yanına gittim, bana kendini sevdirdi öptüm onu; cüssesi müsait olsa arabaya tıkabilirdim gerçi 🙂

Biraz vakit ilerleyip, hava kararmaya yüz tutmuştu ki, kafamı bir çevirdim ki ne göreyim, bir sıpa ordusu karşı tepenin yamacından benim sıpanın yanına doğru geliyorlar …. Bir an sevindim, benim arkadaşım eşşek yalnız değil diye ancak ne mi oldu, diğer sıpalar beni görünce kaçıştılar ve beninkinin yanına gelmediler tabii.  Ancak, benim sıpa o kadar bağlanmıştı ki bana, beni bırakamıyor kafasını benden alamıyordu …. o an gözümden yaş gelmiş olmalı, zaten daha bir duygusal oldum ben son dönemlerde insanlardan uzaklaşıp, kedi ve köpeklere düştüm şimdi bir de eşşekler çıktı 🙂 Arkadaşım eşşek ile biraz daha vakit geçirip, onu ailesinin yanına gitmeye ikna ettimve arabama bindim…

Arabaya binerken kendimi telkin ediyordum arkama bakmamak için ancak tutamadım ; benimki sürüye katılmış katılmasına ama boynu arkada beni kesiyor… Aklı bende kaldı, çünkü ona şefkat gösterdim.  İnsanlarda asla bulamayacağınız türden bir dialog oluşturdum arkadaşım eşşek ile … Bunu da herkes anlayamaz zaten, beklemiyorum da.

Biliyor musunuz bu ufaklık o günden sonra her o yolda geçisimde sürüden ayrılıp benim yanıma geldi ve ben onu besledim yine sevdim ve yine de seveceğim, gideceğim arkadaşım eşşeğe …

İşte bu da benim terapi yöntemim … Kendi kendime hayatı tadında kararında yaşamayı, ele güne muhtaç olmadan, kötü yaşlanmadan, tabiat hayvanlar ve doğada zaman geçirmeyi kendime ilke edinerek bu ömrümü tamamlayacağım, yaşayacağım …. Arkadaşım eşşeğin ayağındaki yaraya rağmen ayağa kalkıp beni selamlaması gibi, ben de adım atmama engel olan beni mutsuz eden her türlü çıbana karşı savaşığ onları alt edeceğim … Ahdım olsun ki…

Sevgilerimle,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

Sil Baştan !

İyi ki varsın deli gönlüm !

İyi ki sana sahibim asi ruhum !

İyi ki hoyrat halimi taşıyabilecek bünyem, iyi ki affedici ruhumu kabul edebilen mütevazi yönüm var !

İyi ki sabah kahvaltımı ve kahvemi  hazırlayan Kanyon’daki bir cafenin garsonu Abdullah Bey’in günümü güzelleştiren şu sözlerini “Prenses’in kahvesi geldi, seneler size yarıyor Gizem Hanım her geçen gün güzelleşiyorsunuz, kürdan gibisiniz yemek yiyin”  duyan kulaklarım ..

Moralim bozulduğunda beni dinlemeye hazır ada arkadaşım Canan, Tubi ve her daim telefonun ucunda olduğunu bildiğim Arman,

Nano teknesi ile beni Bodrum-Karacasöğüt hattında gezdirerek denizi sevdiren kaptan Ahmet Faik’le geçen bir deniz sezonum, beni Jennifer Connelly’e bezeten Sinan’ın gözleri;

Aşk, sevgi, dostluk ve arkadaşlığı yüzüme gözüme bulaştıran Tuncer ve aralık soğuğunda buz gibi soğuk bir taş evde benim ve Kedi Arsıs’ın karnını doyurmak içinbize yaptğı karides güveç ve diğer yemeklerin tadını alabilmiş damak tadım var;

Henüz anne olamamış olsam bile baktığım pisilerim var iyi ki;  hayatımı güzelleştiren ve en son Cosi ile Arsızın yeni doğan 4 yavru pisileri…

İyi ki iyi bir ailem ve kanserden apansız hayatını kaybeden amcam Erkin var; bana hayatın bir günden ibaret olduğunu anımsatan;

İyi ki seneler evvel daha ben çocukken peçete kolleksiyonu yaptığımız dönemlerde kız arkadaşımdan geri alabildiğim peçetelerim var kendi koleksiyonuma eklediğim, bana kafaya koyduğum ve istediğim her şeyi yapabilme gücüne sahip olduğumu gösteren;

İyi ki Allaha’a inancım var kendi hayatıma öyle ya da böyle sahip çıkmam gerektiğini anımsatan ve güne güler yüzle başlamama mecbur kılan …

İyi ki mesleğim var para kazanmama sebep olan, beni ele güne muhtaç etmeyen …..

İşte bunlar iyi ki var ; hamdolsun şükürler olsun ki.  Allah eksikliğini göstermesin…

Sorarsanız ben bunları neden yazıyorum diye, çünkü bu böyle bir dönem … Bir periyoddan geçiyorum hayatı sorguladığım beni seven  ve aslında daha da çok benim sevdiklerimi sorguladığım hayatıma huzur katan yahut huzurumu kaçıranları elediğim bir dönemdeyim.  Affetmeyi öğrendiğim belki de orta yaş sendromuna girdiğim dönemdeyim ….

Sil baştan gizem ! diyorum kendi kendime … Bir 35 yılı daha görebilir mi bu ömrüm ama bir 20 çıkarabilirse ne ala … Fazla yaşamak taraftarı değilim, sadece sağlıklı iken hayatımı dolu dolu yaşamak ve geriye baktığımda “keşke şunu şöyle yapsaydım” demek istemiyorum .  Zira “keşke” kelimesini çok salakça bulurum ben ; ama ister istemez insanın ağzından çıkabiliyor zaman zaman ….fazla takılmamalı lakin …

Bu arada benim de bir youtube kanalım oldu artık ben de oradan yayın yapacağım ve sosyal medyada sizlerle paylaşacağım … Hem hayata yönelik konular hem de hukuk alanında …

Bu yazım da benden hayata bir haykırış olsun …

Bana yazın

Sevgilerimle,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

 

 

Sit Alanlarının Dereceleri ve Özellikleri

Sevgili Okuyucularım,

Özellikle Muğla bölgesindeki sit alanları ile ilgili o kadar çok soru alıyorum ki bunun sebebi de Datça bölgesi ile aramdaki bağ olabilir sık sık o tarafa gittiğimden beni tanıyanlar ve o taraftaki sorunlu arazilerini elden çıkarmak isteyenlerle dertleşiyoruz, onlara yasal olarak ne yapabilecekleri konusunda yol gösteriyorum.  Yine çizmelerimi giyip daldığım arsalardan birinden bir foto sizlere …. 🙂

O kadar çok sit alanı var ki, inşaat yasağının olduğu o kadar çok arsa, tarla elden çıkarılmaya çalışılıyor ki hem de dönümlerine göre ilk başta fiyatları kulağa hoş geliyor bile denebilir.  Bu böyle ama unutmayın ki, inşaat yasağı var çoğu sit alanlarında; eğer bir yer almayı düşünüyorsanız öncelikle o arsanın özelliklerini iyi bilip, tapuda araştırmasını yapın ki dolandırılmayın.  Bir kere parayı verdiniz mi, dolandırıldıınızı anladıktan sonra bile bu parayı geri almanız neredeyse imkansız !

Sit alanlarının türüne ve özelliklerine göre sizlere şu şekilde bilgi verebilirim:

Arkeolojik sit alanları, insanlığın varoluşundan günümüze kadar ulaşan eski uygarlıkların yer altında, yer üstünde ve su altındaki ürünlerini, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerini yansıtan her türlü kültür varlığının yer aldığı yerleşmeler ve alanlardır.  Bu tür alanlar ise dereceye tabiidir bunlar:

1) I. Derece Arkeolojik Sit: Korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak sit alanlarıdır.  Bu alanlarda, kesinlikle hiçbir yapılaşmaya izin verilmemesine, imar planlarında aynen korunacak sit alanı olarak belirlenmesine, bilimsel amaçlı kazıların dışında hiçbir kazı yapılamayacağına, ancak;
a) Resmi ve özel kuruluşlarca zorunlu durumlarda yapılacak alt yapı uygulamaları için müze müdürlüğünün ve varsa kazı başkanının görüşüyle konunun koruma kurulunda değerlendirilmesine,
b) Yeni tarımsal alanların açılmamasına, yalnızca sınırlı mevsimlik tarımsal faaliyetlerin devam edebileceğine, koruma kurullarınca uygun görülmesi halinde seracılığa devam edilebileceğine,
c) Höyük ve Tümülüsler de toprağın sürülmesine dayanan tarımsal faaliyetlerin kesinlikle yasaklanmasına, ağaçlandırmaya gidilmemesine, yalnızca mevcut ağaçlardan ürün alınabileceğine,
d) Taş, toprak, kum vb. alınmamasına, kireç, taş, tuğla, mermer, kum, maden vb. ocakların açılmamasına, toprak, curuf, çöp, sanayi atığı ve benzeri malzeme dökülmemesine,
e) Bu alanlar içerisinde yer alan ören yerlerinde gezi yolu düzenlemesi, meydan tanzimi, açık otopark, WC, bilet gişesi, bekçi kulübesi gibi ünitelerin koruma kurulundan izin alınarak yapılabileceğine,
f) Bu alanlar içerisinde bulunan ve günümüzde halen kullanılan umuma açık mezarlıklarda sadece defin işlemlerinin yapılabileceğine,
g) Taşınmaz kültür varlıklarının mahiyetine tesir etmeyecek şekilde ilgili koruma kurulundan izin almak koşuluyla birleştirme (tevhit) ve ayırma (ifraz) yapılabileceğine,

2) II. Derece Arkeolojik Sit ise; Korunması gereken, ancak koruma ve kullanma koşulları koruma kurulları tarafından belirlenecek, korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak sit alanlarıdır. Bu alanlarda, yeni yapılaşmaya izin verilmemesine, ancak;

a) Günümüzde kullanılmakta olan tescilsiz yapıların basit onarımlarının yürürlükteki ilke kararı doğrultusunda yapılabileceğine,
b) I. derece arkeolojik sit koruma ve kullanma koşullarının a,b,c,ç,d,e,f, maddelerinin geçerli olduğuna,

3) III. Derece Arkeolojik Sit alanları ise: Koruma – kullanma kararları doğrultusunda yeni düzenlemelere izin verilebilecek arkeolojik alanlardır.
Bu alanlarda,
a) Geçiş dönemi yapılanma koşullarının belirlenmesine, Geçiş dönemi yapılanma koşullarının belirlenmesinde;
– Öneri yapı yoğunluğunun, mevcut imar planı ile belirlenmiş yoğunluğu aşmamasına,
– Alana gelecek işlevlerin uyumuna,
– Gerekli alt yapı uygulamalarına,
– Öneri yapı gabarilerine,
– Yapı tekniğine ve malzemesine, Mevcut ve olası arkeolojik varlıkların korunması ve değerlendirilmesini sağlayacak bir biçimde çözümler getirilmesine,
b) Varsa onaylı çevre düzeni ve nazım plan kararları ile yerleşime açılmış kesimlerinde arkeolojik değerlerin korunmasını gözeterek, koruma amaçlı imar planlarının yapılmasına,
c) Bu ilke kararının alınmasından önce Koruma Amaçlı İmar Planı yapılmış yerlerde planın öngördüğü koşulların geçerli olduğuna.
d) Bu alanlarda, belediyesince veya valilikçe inşaat izni verilmeden önce, ilgili müze müdürlüğü uzmanları tarafından sondaj kazısı gerçekleştirilerek, sondaj sonuçlarının bu alanlarla ilgili, varsa kazı başkanının görüşleriyle birlikte müze müdürlüğünce koruma kuruluna iletilip kurul kararı alındıktan sonra uygulamaya geçilebileceğine,
e) III. Derece arkeolojik sit alanı olarak belirlenen arkeolojik sit alanlarında koruma kurullarının, sondaj kazısı yapılacak alanlara ilişkin genel sondaj kararı alabileceğine,
f) Taşınmaz kültür varlıklarının mahiyetine tesir etmeyecek şekilde ilgili koruma kurulundan izin almak koşuluyla birleştirme (tevhit) ve ayırma (ifraz) yapılabileceğine,
g) Bu alanlarda, taş, toprak, kum vb. alınmasına, kireç, taş, tuğla, mermer, kum, maden vb. ocaklarının açılmamasına, toprak, curuf, çöp, sanayi atığı ve benzeri malzemenin dökülmemesine,
h) Ülke enerji üretimine getireceği katkı ve kamu yararı doğrultusunda bu alanlarda koruma kurulunca uygun görülmesi halinde rüzgar enerji santralları yapılabileceğine,
i) Sit alanlarındaki su ürünleri üretim ve yetiştirme tesislerine ilişkin yürürlüktesi ilke kararının geçerli olduğuna,

4) Kentsel Arkeolojik Sitler: Arkeolojik sitlerle, 2863 sayılı Yasanın 6. Maddesinde tanımlanan korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarını içeren ve aynı yasa maddesi gereği korunması gerekli kentsel dokuların birlikte bulunduğunu alanlardır.
a) Bu alanlarda, arkeolojik değerlerin sağlıklı ve kapsamlı envanter çalışmasının yapılmasına, bu çalışma sonucunda hazırlanacak planlar onanmadan, parsel ölçeğinde uygulamaya geçilmemesine,
Planlama çalışmaları sırasında;
– Alana gelecek işlevlerin uyumuna,
– Günümüz koşullarının gerektirdiği altyapı hizmetlerinin proje aşamasından itibaren kültür katmanına zarar vermeyecek ve toprak kullanımını en alt düzeyde tutacak biçimde ele alınmasına,
– Öneri yapı gabarileri ile yapı tekniği ve malzemesinin geleneksel doku ile uyumuna özen gösterilmesine,
b) Bu alanlarda mevcut yıkıntı temeller üzerine, o temellerin ait olduğu eski yapı, korunması gerekli kültür varlığı niteliği taşıyorsa, ayrıca içinde bulunduğu sitin tarihsel kimliğinin yeniden canlandırılmasına önemli bir katkı yaratıyorsa yapıya ait eski bilgi, resim, gravür, fotoğraf, anı belgeleri vb. dokümanlarla restitüe edilebileceği ilgili koruma kurulunca kabul edildikten sonra restitüsyon projesi düzenlenerek ve kurulca onaylanarak, eski yapının yeniden ihya ediledilebileceğine,
c) Tek yapı ölçeğindeki korunması gerekli kültür varlığı niteliği taşıyan yapı ve yapı kalıntılarının rölöve ve restorasyon projelerinin koruma kurulunca onanması koşulu ile onarılıp kullanılabileceğine, yasa kapsamı dışında kalan taşınmazların ise yürürlükteki ilke kararında belirtilen esaslar kapsamında basit onarımlarının yapılabileceği.

Bunlar dışında tarihi ve  kentsel sit alanları vardır.  Bu alanların kullanım koşulları ve yasakları hakkında bilgi edinmek isterseniz bana yazın.

Sevgilerimle

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

gizem.tan@dgtanhukuk.com

www.dgtanhukuk.com

Nafaka Arttırımı Davaları

Sevgili okuyucularım,

Boşanma konusunun çocuklarla ilgili verilen sonuçlarından olan iştirak nafakası, kısaca çocuğun eğitim ve diğer ihtiyaçlarını gidermesi için yapılan maddi desteklerdendir. Kanunlarımıza göre, çocuğun yetişmesi için gerekli olan bu destek 2 taraflı olacağı gibi tek bir tarafın ödemesi şeklinde de olabilir. Bu durumda nafaka miktarı neye göre belirlenir diye sorarsanız:

Boşanma davasının sonucuna göre belirlenen nafaka miktarı, eğer anlaşmalı bir boşanma varsa tarafların uygun görüp kabul ettikleri miktar kadar olur. Arttırma miktarı da, yine boşanmanın anlaşmalı olmasında olduğu gibi nafakayı verecek kişinin belirttiği oran dâhilinde olabilir. Ancak çekişmeli boşanma davasında bağlanan nafaka, hakimin kararına göre belirlenir. Burada herhangi bir anlaşma olmadığı için belirlenen nafakada ya da artış miktarında hakim kararı ile enflasyon oranları dikkate alınır. Nafaka miktarının belirlenmesinde en önemli etken ise, müşterek çocuğun ya da çocukların aylık masraflarının toplamıdır. Diğer önemli etken de nafakayı verecek olan tarafın gelir düzeyidir. Enflasyon oranları kişinin gelir düzeyine uygun değilse, hakimin öngördüğü miktarın daha altında bir miktar da önerebilir.

Nafaka artırımları boşanma davası esnasında karara bağlanabileceği gibi, çocuğun masraflarının artması durumunda velayetin kendisinde bulunduğu taraf bu masrafları beyan eden belgelerle nafaka artırım davasını sonradan da açabilir. Eğer karşı tarafın maddi durumu uygun ise karar olumlu olacaktır. Ancak istenilen miktar karşı tarafın bütçesine uymuyorsa o halde devreye ülkede geçerli olan enflasyon oranları girmektedir.

Nafaka arttırımı davaları ile ilgili olarak Yargıtay 3 Hukuk Dairesinin E. 2016/4481 2016/8685 K. nolu kararını sizlerle paylaşıyorum.  Bu karara göre, bu tarz davalarda şu gerekçelerle ilk derece mahkemesinin menfi kararının bozulduğunu anlayacaksınız;

NAFAKA ARTIRIM DAVASI AÇILMASININ BELLİ BİR ZAMAN GEÇMESİNE BAĞLI TUTULMAMASI ( Tarafların Sosyal ve Ekonomik Durumları Değiştiği Gibi Çocuğun Yaşı ve İhtiyaçlarının da Arttığı – Müşterek Çocuğun Yaşı Eğitim Durumu İhtiyaçları Davacı Anne İle Nafaka Yükümlüsü Babanın Ekonomik Durumu Gözetilerek Hakkaniyet İlkesi de Dikkate Alınarak Uygun Bir Artış Miktarına Hükmedilmesi Gerektiği )

İŞTİRAK NAFAKASININ ARTIRILMASI TALEBİ ( Önceki Dava Tarihi İle Bu Davanın Açıldığı Tarih Arasında 1,5 Yıldan Fazla Süre Geçtiği – Tarafların Sosyal ve Ekonomik Durumları Değiştiği Gibi Çocuğun Yaşı ve İhtiyaçlarının da Arttığı/Müşterek Çocuğun Yaşı Eğitim Durumu İhtiyaçları Davacı Anne İle Nafaka Yükümlüsü Babanın Ekonomik Durumu Gözetilerek Hakkaniyet İlkesi de Dikkate Alınarak Uygun Bir Artış Miktarına Hükmedileceği )

HAKKANİYET İLKESİ ( Nafakanın Artırılması Talebi – Tarafların Sosyal ve Ekonomik Durumları Değiştiği Gibi Çocuğun Yaşı ve İhtiyaçlarının da Arttığı/Müşterek Çocuğun Yaşı Eğitim Durumu İhtiyaçları Davacı Anne İle Nafaka Yükümlüsü Babanın Ekonomik Durumu Gözetilerek Hakkaniyet İlkesi de Dikkate Alınarak Uygun Bir Artış Miktarına Hükmedileceği )

DAVA ÖZETİ : Dava, iştirak nafakasının artırılması talebine ilişkindir.

Nafaka artırım davasının açılması belli bir zaman geçmesine bağlı tutulmadığı gibi, her dava açıldığı tarihe göre değerlendirilmelidir. Önceki dava tarihi ile bu davanın açıldığı tarih arasında 1,5 yıldan fazla süre geçmiştir. Bu süre içinde tarafların sosyal ve ekonomik durumları değiştiği gibi, çocuğun yaşı ve ihtiyaçları da doğal olarak artmıştır.

Müşterek çocuğun yaşı, eğitim durumu, ihtiyaçları, davacı anne ile nafaka yükümlüsü babanın ekonomik durumu gözetilerek, hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak uygun bir artış miktarına hükmedilmelidir.

DAVA : Taraflar arasındaki iştirak nafakasının artırılması davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı dilekçesinde; müşterek çocuğun 11.sınıf öğrencisi olduğunu, masraflarının arttığını, mevcut nafaka miktarının ihtiyaçları için yeterli olmadığını belirterek; Aile Mahkemesi’nin 2014/58 esas 2014/227 karar sayılı ilamıyla her yıl Üfe oranında artış yapılarak hükmedilen 275,00 TL iştirak nafakasının 400,00 TL’ye artırılmasına ve yıllık … oranında artış uygulanmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı cevap dilekçesinde; davacının dava açma hakkının bulunmadığını, önceki artırım ilamında nafakanın her yıl 12 aylık ÜFE artış oranında artırılmasına karar verildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; önceki nafaka ilamında enflasyon oranında artışa karar verildiği ve tarafların sosyal ekonomik durumlarında olağanüstü değişikliğin bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, süresi içerisinde davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Dava; iştirak nafakasının artırımı istemine ilişkindir.

Türk Medeni Kanunu’nun 182/2 maddesi gereğince; velayet kendisine tevdi edilmeyen taraf ekonomik imkanları ölçüsünde müşterek çocuğunun giderlerine katılmakla yükümlüdür.

İştirak nafakası takdir edilirken; çocuğun yaşı, ihtiyaçları, okul seviyesi, sosyal çevreye göre yaşam seviyesi, velayet tevdi edilen tarafın ekonomik durumu ile nafaka yükümlüsünün mali gücü birlikte değerlendirilip, hakkaniyete uygun bir nafakaya karar verilmelidir.

Dosya içeriğinden; velayet hakkı annede olan müşterek çocuk 1998 doğumlu ve beyana göre 11. sınıf öğrencisi olduğu; davalının ise, emekli olup, 1.050,00 TL gelirinin ve 1998 model otomobilinin bulunduğu, yeni eşine ait evde yaşadığı anlaşılmıştır.

Nafaka artırım davasının açılması belli bir zaman geçmesine bağlı tutulmadığı gibi, her dava açıldığı tarihe göre değerlendirilmelidir. Önceki dava tarihi ile bu davanın açıldığı tarih arasında 1,5 yıldan fazla süre geçmiştir. Bu süre içinde tarafların sosyal ve ekonomik durumları değiştiği gibi, çocuğun yaşı ve ihtiyaçları da doğal olarak artmıştır.

Tarafların gerçekleşen sosyo-ekonomik durumları, nafakanın niteliği ve müşterek çocuğun yaşı, eğitim durumu ve ihtiyaçları gözetildiğinde; iştirak nafakasında artış yapılması gerekirken, davanın reddine karar verilmesi uygun bulunmamıştır.

O halde, mahkemece yapılacak iş; müşterek çocuğun yaşı, eğitim durumu, ihtiyaçları, davacı anne ile nafaka yükümlüsü babanın ekonomik durumu gözetilerek, Türk Medeni Kanunu’nun 4.maddesinde vurgulanan hakkaniyet ilkesi de dikkate alınarak uygun bir artış miktarına hükmetmek olmalıdır. Eksik değerlendirme ile yazılı şekilde davanın reddine dair hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç olarak da, temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde temyiz edene iadesine, 01.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Konuyla ilgili sorularınız bekliyorum, bana aşağıdaki email adresimden ulaşabilirsiniz…

 

 

Sevgiler,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

gizem.tan@dgtanhukuk.com

www.dgtanhukuk.com