NFT ( “Non Fungible Token”) nedir ?

Sevgili okuyucularım,

Bu kavramı duymuş muydunuz?

Dijital varlık olarak bilinen NFT ‘nin açılımı, “Non Fungible Token” yani Türkçe’de “değiştirilemez token” olarak isimlendiriliyor. Bir çeşit kripto para olarak da kategorize edilen NFT, diğer kripto para türlerinden farklı olarak klasik tanımların haricinde değerli bir varlığı temsil edebiliyor.  Peki tam olarak nedir,bu çoğumuz için yeni olan bu kavram?

 

Hollanda’da yaşayan bir öğrencinin, ruhunun yeni sahibinin istediği dine ya da inanışa geçeceğini söylemesi, kısa sürede alıcı bulmasıyla sonuçlandı ve gencin ruhu 350 dolara satın alındı. Ruhun yeni sahibi ise 3.5 milyon dolar (yaklaşık 50 milyon Türk Lirası) istediğini açıkladı.

NFT, karşılıksız token anlamına gelmektedir. Bunun anlamı, yalnızca size ait olan, türünün tek örneği bir dijital varlık olmasıdır. Hem finans hem de sanat dünyasında popüler hale gelen NFT, dijital ürünlerin sahipliğini kanıtlayabilen benzersiz bir tanımlayıcı rolünü üstlenmektedir.

NFT; kendi içerisinde sanat, video, müzik, metin gibi türlere ayrılan ve gerçek dünyada yer alan nesneleri temsil eden dijital varlıklardır. NFT’lerde gerçekleştirilen tüm işlemler blokzincirinde kayıtlı tutulur. Blokzinciri teknolojisi sayesinde NFT’ler değiştirilemez ve yapılan işlemler geri alınamaz. NFT’ler Bitcoin ve kriptoparalar ile alınıp satılırlar. Alım satım işlemlerinin tümü blokzincirinde kayıtlı tutulduğu için eserin orijinalliği ve sahipliği değiştirilemez.

NFT teknolojisi, müzik, oyun, film ve benzeri sanat eserlerinin değiştirilmesini ya da taklit edilmesinin önüne geçebilmek için tasarlanmış ve popüler bir hale gelmiştir. Blok zincirindeki bir para birimine denk gelen token; Ethereum ya da Bitcoin gibi kripto para birimlerinde takas edilebilirken NFT coin edilemez çünkü NFT, kopyalanması mümkün olmayan dijital bir imzaya sahiptir, eşsiz bir sanat eseridir. Dijital dünyadaki ‘orijinalliği’ ifade etmektedir.

NFT, sanat gibi benzersiz bir dijital öğeyi temsil edebilen bir blok zincirinde (dijital bir defter) depolanan bir veri birimidir. Bir sanatçı, bir eseri temsil eden NFT’yi satabilse de, sanatçı eserin telif hakkını elinde tutabilir ve aynı çalışmanın daha fazla NFT’sini yaratabilir. NFT’nin alıcısı ise özel erişim elde etmez, aynı zamanda alıcı “orijinal” dijital dosyanın mülkiyetini de elde etmez. Herhangi bir eseri NFT olarak yükleyen bir kişinin, kendisinin orijinal sanatçı olduğunu kanıtlaması gerekmez bu yüzden asıl sanatçının izni olmadan o sanatçının eserini NFT için kullanan birçok insan olabilir ve çeşitli platformlarda bu işlem gerçekleştirilir.

NFT üretmek, bir dijital varlığın NFT’ye dönüştürülme sürecini ifade eder. Tüm bu süreç NFT basmak (minting) olarak adlandırılır. NFT basılma sürecinde, NFT’ler hash fonksiyonu kullanılarak kriptografik şifreleme algoritmaları ile blokzincirine şifrelenir. Her şey NFT’ye dönüştürülebilir. NFT’ye dönüştürülen dijital varlıklar kullanıcıların seçtikleri blokzincirinde üretilir. Kullanıcılar NFT’nin üretileceği blokzincirini belirlerken; blokzincirindeki işlem ücretlerini ve blokzincirinin popülerliğini dikkate alabilmektedir. Kullanıcılar NFT’yi üretmek istediği blokzincirini destekleyen bir kriptopara cüzdanına sahip olmalıdır. Bu kriptopara cüzdanı ile NFT’nin sergileneceği pazar yerine kayıt olunması gerekmektedir. Her NFT pazar yeri kullanıcılara farklı seçenekler sunabilir. Pazar yerleri NFT basan kullanıcılara; direkt listeleme, açık artırma gibi seçenekler sunabilir. Kullanıcılar kendilerine uygun pazar yeri platformunu seçerek NFT’lerini satışa sunabilir.

NFT satışı; en basit şekliyle bir varlığın, dosya ile üretici kişisinden alıcı kişisine aktarılmasıdır. Bu varlık bir sanat eseri, müzik veya metin olabilir. Bir NFT satın alındığında, o dijital varlığa sahip olunur. NFT’si satın alınan dijital dosyanın tüm telif hakları, satın alan kişiye geçer. NFT’yi satın alan kişi daha sonra o eseri, kendisi de ayrıca satışa çıkarabilir.

Eser sahiplerinin NFT pazar yeri platformlarında NFT’yi satışa koyabileceği birden fazla seçeneği bulunmaktadır. NFT’yi belirli bir fiyata sabit tutarak satışa sunmak mümkündür. Satıcı, sahip olduğu NFT’ye bir değer biçer ve o değeri teklif eden alıcı NFT’nin yeni sahibi olur. Bir diğer satış yöntemi de açık artırma şeklindedir. NFT üreticisi, eserini satışa başlatmadan önce minimum bir fiyat ile satışa koyar ve açık artırmanın kaç gün süreceğini belirler. Açık artırmanın sonucunda en yüksek teklifi veren kişi NFT’yi satın alır. NFT ücretini, satışı gerçekleştiren kişinin kriptopara cüzdanına gönderir.

Sorularınızı Bekliyorum
Sevgilerimle,
Avukat Gizem Tan
www.dgtanhukuk.com

Muvazaalı (Şaibeli) İşlemler

Sevgili Okuyucularım,

Nedir “muvazaa”?  Bir hukuki ilişkinin taraflarının, üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak konusunda yaptıkları gizli anlaşmaya denir.   Yani taraflar, gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile saklıyor. Örnek olarak, kişi bir arkadaşına altın saati gerçekte bağışladığı halde, sırf eşi ile uyuşmazlık yaşamaktan kaçınmak için görünüşte satmış gibi göstermiştir.  İşte bu örnekte bir muvazaalı işlem vardır.

Peki kaç türlü muvazaa vardır?  İki türlü.  Bunlar mutlak ve nisbi muvazaadır.

Mutlak Muvazaa, kişilerin aslında hiçbir işlem yapmadıkları halde, sırf üçüncü kişilere karşı bir işlem yapmış gibi görünmek için işlem yapmaları haline denir. En yaygın örneği bir insanın hacizden kaçmak amacıyla mallarını başkalarına satmış ve devretmiş gibi göstermesi şeklinde karşımıza çıkıyor. Borçlu bir kişi icra takibinden çıkmak için bir malını arkadaşına satmış gibi işlem yapıyor.

Nisbi Muvazaa ise, kişilerin aralarında yaptıkları bir işlemi, kendi gerçek iradelerine uymayan ve sırf etrafı aldatma amacıyla yaptıkları başka bir işlem altına gizlemeleri şeklinde ifade ediliyor. Yani taraflar, gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile saklıyor. Yukarıda verdiğim örnekteki gibi, kişi bir arkadaşına altın saati gerçekte bağışladığı halde, eşi ile uyuşmazlık yaşamaktan kaçınmak için görünüşte satmış gibi göstermiştir. Buna sözleşmenin niteliğinde muvazaa denir. Genellikle tapu işlemlerindeki vergi ya da harç yükünü hafifletmek için taşınmaz satışında sıklıkla karşılaşılan taraflarca bedelin gerçek değerinden düşük gösterilmesi de, bedelde muvazaa olarak adlandırılan diğer bir örnektir. Ayrıca kişide muvazaa olarak adlandırılan, gerçekte sözleşmede taraf olan üçüncü bir kişinin gizlenmesi amacıyla diğer bir kişinin taraf olarak gösterilmesi hali de nisbî muvazaa örneklerindendir.

Peki ne yapmalı muvazaa olduğunda?

Muvazaa davaları diğer adıyla danışıklı işlem davaları, gerçek olmadığı hâlde gerçekmiş gibi hukuki sonuç doğuran işlem ve tasarruflara ilişkin açılan iptal davalarıdır. Muvazaa davaları dediğimiz davalar genel olarak Borçlar Kanunu ile İcra ve İflas Kanunu kapsamında yapılan düzenlemelere dayanmaktadır. Bu davalarda görünüşteki işlemin gerçek işlemi saklamak amacıyla yapıldığı, işlemi tesis eden kişinin maksadını gizleyerek üçüncü kişileri yanıltmak amacıyla işlem tesis ettiği ileri sürülerek muvazaalı işlemin iptali istenir.

Muvazaa davalarında davacı bu davayı açmada hukuki yararı bulunan kişiler, davalı ise muvazaalı işlemin tarafı olan, malvarlığını devreden ve devralandır. Mahkemelerin görevi dava konusuna göre belirlenir. 2004 sayılı İcra İflas Kanunu 277 ve devamı maddelerine göre açılan tasarrufun iptali veya muris muvazaası gibi davalarda genel görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. Taşınmazlara ilişkin davalarda, kesin yetki kuralı gereği taşınmaz malın bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. Diğer davalarda ise 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun genel hükümlerine göre borçlu ya da üçüncü kişinin ikametgâhının bulunduğu yer mahkemeleri yetkilidir.

Muris Muvazaasında; saklı pay sahibi olup olmadığına bakılmaksızın her mirasçının; mirastan mal kaçırmak amacıyla yapılan taşınmaz devirleri aleyhinde muvazaalı sözleşmenin geçersiz olduğunun tespitini ve tapu kaydının iptalini isteme hakkı vardır.  Muris muvazaası davalarında davacı mirasçı, muvazaalı tasarruf işleminin iptali talebi ile birlikte dava konusu taşınmazın kendi adına tescili isteminde de bulunabilmektedir.

Muris muvazaası sebebiyle açılacak olan tapu iptal ve tescil davalarında zamanaşımı söz konusu olmuyor. Yani, muris muvazaası sebebiyle tapu iptal ve tescil davası her zaman açılabilmektedir.

Borçlu muvazaasında ise borçlunun alacaklılarından mal varlığını kaçırma maksadıyla yaptığı tüm kötü niyetli tasarruf işlemlerin hükümsüz sayılması ve iptali istenebilmektedir. Bu davalar ile davaya konu tasarruf işlemin iptal edilmesi yani hiç yapılmamış gibi kabul edilmesi amaçlanmaktadır. İcra iflas Kanunu’nun 277. ve devamı maddelerine dayalı tasarrufun iptali davasının açılabilmesi için, öncelikle alacaklı ile borçlu arasında gerçek bir borç ilişkisinin mevcut olması, borçlu hakkında başlatılmış olan icra takibinin kesinleşmesi, aleyhinde icra takibi başlatılan kişi hakkında kati veya geçici aciz vesikasının olması ve iptali talep edilen tasarrufun, icra takibi konusu edilen borcun doğum tarihinden sonra yapılmış olması gibi şartların bulunması gerekir.

Her ne kadar muris muvazaası davaları için bir zamanaşımı ya da hak düşürücü süre öngörülmemiş olmasına karşın, borçlu muvazaasından kaynaklanan tasarrufun iptali davaları hak düşürücü süreye tabidir. İcra iflas Kanunu’nun 284. maddesinde “İptal davası hakkı, batıl tasarrufun vukuu tarihinden itibaren beş sene geçmekle düşer.” düzenlemesi yer almaktadır. Buna göre, taşınmazın devrinin yapıldığı tarihten itibaren beş yıl geçmekle borçlu muvazaasından kaynaklanan tasarrufun iptali davası açma hakkı düşer. Beş yıldan sonra açılacak bu nitelikteki bir dava, davalı itiraz etmese de mahkemece resen dikkate alınır ve dava süreden reddedilir.

Sorularınızı bekliyorum

Sevgilerimle

Avukat Gizem Tan

instagram. avukatgizemtan_dgtanhukuk

Sit Alanlarının Kamulaştırılması ve Takasi

Sevgili Okuyucularım,

Bir sit alanının ne zaman kamulaştırılabileceği, ya da ne zaman takas (Trampa) konusu olabilceğine dair sorular almaktayım.  Bu yazımda isterseniz düzenlemelere bir göz atalım ….

 

Taşınmazı sit alanı olarak tescil ve ilan edilen ve tapu kütüğünde belirtilen özel mülkiyet malikleri için; kısıtlamadan kaynaklı mağduriyetin giderilmesi için bazı barışçıl çözüm yolları üretilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 15. maddesi ile kamulaştırma ve takas imkanı getirilmiştir.

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 15. maddesinde, takas kapsamında olacak alanların, koruma amaçlı imar planlarında “kesin inşaat yasağı” getirilen alanlar olduğu belirtilmiştir.

Aynı şekilde, Tabiat Varlıkları, Doğal Sit Alanları ve Özel Çevre Koruma Bölgelerinde Kalan Yapı Yasaklı Taşınmazların Hazine Taşınmazları İle Değiştirilmesi Hakkında Yönetmeliğin 4. Maddesinde: “Bakanlar Kurulu kararı ile tescil ve ilan edilen, 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen tabiat varlıkları, doğal sit alanları, orman rejimine tabi olmayan koruma alanları ve özel çevre koruma bölgelerinde kalan, Genel Müdürlük tarafından her yıl belirlenecek trampa programlarına alınan gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine ait taşınmazlar Hazine taşınmazları ile trampa edilebilir.” denmektedir.

Yine “Sit Alanlarında Kalan Taşınmazların Hazine Taşınmazları İle Değiştirilmesi Hakkında Yönetmeliğin 4. maddesine göre; “Sit alanlarından, I. ve II. derece arkeolojik sit alanı ile I. derece doğal sit alanı olarak tescil edilen ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu yerlerde kalan ve Bakanlık tarafından her yıl belirlenecek trampa programlarına alınan yerlerde bulunan gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerine ait taşınmazlar Hazine taşınmazları ile trampa edilebilir.” hükmü yer almaktadır.

Kamulaştırma taleplerinin bütçe yetersizliği sebebiyle uygulanmadığı dikkate alındığında, taşınmaz maliki açısından kalan tek yolun trampa olduğu söylenebilir.

Hem doğal sit alanları hem de arkeolojik sit alanları açısından takas talebinde ortaya çıkan esas kıstas “kesin yapı yasağı” dır. Bu durumda uygulamada karşımıza çıkan kesin yapı yasaklı alanlar 1. derece doğal sit alanları ile 1. ve 2. derece arkeolojik sit alanlarıdır.

Arkeolojik sit alanlarından 1. derece ve 2. derece olan alanların Yönetmelik tanımlarına bakıldığında, düzenlemenin uygun olduğu söylenebilir. 3. derece arkeolojik sit alanlarında kesin yapı yasağı bulunmadığından bu alanlarda kalan taşınmaz malikleri kamulaştırma ve takas olanağından faydalanamayacaklardır. Aynı şekilde, 3. derece doğal sit alanı ile yeni Yönetmelik tanımına göre “Sürdürülebilir Koruma ve Kontrollü Kullanım Alanı” dahilinde olan malikler de bu imkandan faydalanamayacaklardır.

Konuyla ilgili daha da ayrıntılı bilgileri ve düzenlemedeki bazı yetersizliklere bir sonraki yazımda da değineceğim.  Sorularınızı bekliyorum.

Saygılarımla

Av Gizem Tan

 

Tenkis Davası Nedir? Kimler Tarafından Açilabilir? Bir Süre Var mıdır?

Tenkis davası, miras bırakanın tasarruf özgürlüğünü aşarak saklı pay sahibi mirasçıların miras hakkına yaptığı tecavüzün giderilmesi ve miras bırakanın yaptığı tasarrufun kanuni sınırlar içerisine çekilmesi için açılan bir davadır. Tenkis davası miras hukukuna ilişkin bir dava olup murisin (miras bırakanın) ölümü halinde açılabilen bir davadır. Muris sağ iken bu dava açılamaz. Bu dava, miras bırakanın bazı mirasçılar aleyhine mirastan mal kaçırma işlemlerine karşı oldukça etkili bir hukuk davasıdır.

Saklı pay sahibi mirasçı, miras bırakanın yaptığı tasarruflara karşı miras payları belirli oranlarda korunan mirasçılardır. Yani, miras bırakanın hiçbir şekilde müdahale edemeyeceği, üzerinde tasarruf edemeyeceği şekilde bir miras hakkına sahip olan mirasçılara “saklı pay sahibi mirasçı” denilmektedir. Medeni Kanunda sınırlı olarak sayılan saklı paylı mirasçılar şunlardır:

  • Miras bırakanın altsoyu (Çocukları, evlatlıkları, torunları ve onların çocukları),
  • Miras bırakanın anne-babası,
  • Miras bırakanın eşi.

Daha önce saklı paylı mirasçı olarak sayılan miras bırakanın kardeşleri yapılan değişiklikle saklı paylı mirasçı olmaktan çıkarılmıştır. Bu değişikliğin yapıldığı 10 Mayıs 2007 gününden önce gerçekleşen ölümlerde, bundan sonraki bir tarihte açılan tenkis davasında kardeşlerin de saklı payı göz önüne alınacaktır.

Medeni Kanun’a göre kural olarak tenkis davasını sadece saklı paylı mirasçılar açabilir.  Tenkis davası açma hakkı münhasıran her bir saklı paylı mirasçıyı koruyan bir hak olduğu için gerek miras şirketine atanan temsilci gerekse de vasiyeti yerine getirme görevlisi (vasiyeti tenfiz memuru) bu davayı açma yetkisine sahip değildir.

Davayı her saklı paylı mirasçı diğerlerinden bağımsız olarak açabilir. Burada tasarruf oranına tecavüz miktarı tüm saklı paylar göz önüne alınarak hesaplanmasına rağmen; bulunacak tenkis edilebilir miktarın tamamı değil de sadece dava açan mirasçının saklı payı kadar tenkis edilebilir. Yani dava açmayan saklı paylı mirasçılar bu tenkis kararından yararlanamazlar.Saklı paylı mirasçı fiil ehliyetine sahip değilse tenkis davasını kanuni temsilcisi onun adına açacaktır. Bunu ihmal etmesi halinde veli veya vasinin sorumluluğuna dair hükümler kapsamında sorumlu olur.

Tenkis davası açma hakkı, mirasçıların saklı paylarına tecavüz edildiğini öğrendikleri andan itibaren bir yıldır. Vasiyetnameler hakkında açılacak davalar vasiyetnamenin açıldığı tarihten ve diğer tasarruflar hakkında mirasın açılmasından itibaren on yıl geçmekle düşer (TMK m. 571). Ancak bir tasarrufun iptali diğerini ihya ediyorsa (canlandırıyorsa) süreler ancak bu iptal kararının kesinleştiği tarihte işlemeye başlar. Burada bir yıllık süre mirasın açılmasından önce işlemez. Yani mirasçı yapılan tasarrufun saklı payına tecavüz ettiğini mirasın açılmasından önce öğrense bile süreler işlemez. Aynı şekilde vasiyetnameler açısından da vasiyetname açılmadan bu süre işlemez. On yıllık sürenin başlangıcı ise sağlar arası kazandırmalar ve miras mukaveleleri için mirasın açıldığı tarih, vasiyetname için vasiyetnamenin açıldığı tarihtir.

 

Sorularınızı bekliyorum.

Avukat Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

instagram: avukatgizemtan_dgtanhukuk

Foreks ve Kaldıraçlı İşlemlerde Mağduriyet

Sevgili okuyucularım,

Enflasyon ve  dövizin (özellikle de doların) durumu malumunuz.

 

Peki ya enflasyonun bu dengesizliği süresince foreksten mağdur olanlar haklarını ne şekilde aramalılar?

Foreks oynayan kişinin maddi zarara uğramasında aracı kuruluşun  Sermaye Piyasası Kanununa aykırı bir girişimi ve faaliyeti olduysa ve müşterisini  yanlış yönlendirdiyse bu eylemi hem Türk Ceza Kanunu kapsamında suç teşkil eder ve Savcılığın devreye girmesi gerekir;  hem de tazminat davası açma hakkını mağdur kişiye verir. Bunun da öncesinde özellikle de aracı kuruluşun,  Sermaye Piyasası Kanunu kapsamında pörtföy yöneticiliği ve Sermaye Piyasası işlemi yapmaya yetkisinin/ izninin olup olmadığının ve yine Sermaye Piyasası Kanunu kapsamında hukuka aykırı davranıp davranmadığının tespiti ve araştırılması gerekiyor. Kanun kapsamında pörtföy yöneticiliği yapabilmesi için bir aracı kuruluşun, Sermaye Piyasası Kurulu tarafından verilmiş bir yetki belgesi bulunmalıdır .Denetlenen kuruluşlarla sorun yaşamanız durumunda hukuksal olarak haklarınızı aramanız mümkün olur. Fakat lisans belgesine sahip olmayan firmalar için aynı haklar söz konusu değildir.  Şu an için foreks oynayanalara önerilerim kısaca şunlar olabilir:

1-Lisans belgesine sahip olmayan aracı kuruluşlardan işlem yapmayın !

2-Demo hesap avantajını kullanın !

3-Gerçeğe yakın beklentileriniz olsun, fazla uçmayın 🙂

4-Yüksek riskli işlere girmeyin ve büyük riskler almaktan kaçının !

5-Yüksek kaldıraç kullanmak ve milyoner olmak zorunda değilsiniz …Orta kararda gidin …

Bu konularla sorun yaşayanlar ve hukuki desteğe ihtiyaç duyanlar bana yazabilirler veya ofisimden randevu alabilirler.

 

Saygılarımla,

Kurucu Avukat/ Arabulucu Gizem Tan

D&G Tan Hukuk

 (212) 284 90 09

T  (212) 284 90 06

G (530) 233 39 39

F   (212) 284 90 12

E gizem.tan@dgtanlaw.com

A Levent Loft Residence No.201 Kat.9 Daire.135

  1. Levent-İstanbul

www.dgtanhukuk.com

İntifa Hakkı Geri Alınabilir mi?

Merhaba sevgili okurlarım,

Yeni bir danışmanlık hizmeti verdiğim müvekkilimin geçen haftaki sorusu; “Tapuda şerh ettirerek bir akrabası lehine vermiş olduğu intifa hakkını geri alıp, alamayacağı” idi….

Bilgilerimizi tazelemek adına, neydi intifa hakkı?
İntifa hakkı, mal sahibinin bir öğeyi kullanma, yararlanma, kullanma hakkını başka bir kişiye devretmesi suretiyle kurulan bir haktır. İntifa hakkı, taşınırlarda zilyetliğin devri, alacaklarda alacağın devri, taşınmazlarda tapu kütüğüne tescil ile kuruluyor.

İntifa hakkı, konusunun tamamen yok olması ve taşınmazlarda tescilin terkini; yasal intifa hakkı, sebebinin ortadan kalkmasıyla sona erer. Sürenin dolması veya hak sahibinin vazgeçmesi ya da ölümü gibi diğer sona erme sebepleri, taşınmazlarda malike terkini isteme yetkisi verir.

İntifa hakkı sahibi, malike karşı terkin borcu altında ise ve terkinden kaçınırsa, malik, terkini talep eden dava açabilir. Mahkeme kararı ile intifa hakkı, sicil dışı yani terkinden önce sona ermiş olur.

İntifa hakkı sahibi; hakkın konusu olan malı zilyetliğinde bulundurma, yönetme, kullanma ve ondan yararlanma gibi yetkilere sahiptir. Hak sahibinin sorumluluğu ise iki ana hususta toplanmıştır. Bunlardan birincisi; intifa hakkı sahibinin, bu yetkilerini kullanırken iyi bir yönetici gibi özen gösterme zorunluluğudur. İkincisi ise; intifa hakkı sona erince hak sahibinin, hakkın konusu olan malı malikine geri vermekle yükümlü olması meselesidir.

Yani sorumuzun cevabı, evet intifa hakkı geri alınabiliyor…..

Konuyla ilgili sorularınızı bekliyorum …..

Sevgilerimle
Avukat Gizem Tan
www.dgtanhukuk.com

Sözleşmelerde Hata Ve Hile

Sevgili okuyucularım merhaba,

Önceki yazımda sözleşmelerde tehdit (ikrah) durumuna değinmiştim.  Bu yazımda ise kısaca “Sözleşmelerde Hata ve Hile” olması durumunda neler olabileceğine değineceğim.

Önceki yazımda Borçlar Kanunu kapsamında bir sözleşmenin özgür irade sonucu imzalanması gerektiği ve iradeyi sakatlayan etkenlerin olmaması gerektiğine değinmiştim. Peki ya taraflardan biri sözleşmenin esaslı unsurlarından biri ile hataya düştüyse ne olacak? Borçlar Kanunu  Madde 30a göre, “Sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşmeyle bağlı olmaz.” Burada, yanılgının “esaslı” olması şartı aranmaktadır.  Yani, hataya düşülen noktanın o sözleşme bakımından kurucu öneme sahip olması gerekmektedir.  Bu esaslı hata, açıklamada hata olabileceği gibi yani beyanında hata olabileceği gibi ( yanılan kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamışsa, başka bir konu için açıklamışsa, yanılan sözleşme yapma iradesini gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden başkasına açıklamışsa, sözleşmeyi yaparken belirli nitelikleri olan bir kişiyi dikkate almasına karşın başka bir kişi için irade açıklamışsa, ya da gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde az/fazla bir karşı edim için iradesini açıklamışsa) tüm bunlar “açıklamada hata” olarak kabul edilir.  Diğer yandan, basit hesap yanlışlıkları ve saikte hata “esaslı hata “olarak nitelendirilmez.  Ancak, saikte hatanın bir istisnası vardır.  O da, bir kimsenin yanıldığı saikinin dürüstlük kuralları gereğince sözleşmenin temeli sayılması mümkün ise, ve durum da karşı tarafça bilinebilir nitelikte ise şu halde saikte hatanın da esaslı hata olduğu sayılabilir.  Bunun haricinde, sözleşmenin kurulmasına ilişkin  açıklamanın (iradenin) karşı tarafa yanlış iletilmesi halinde ortaya çıkan  “iletmede hata” hali de BK 33 anlamında esaslı hatadır.

Karşılıklı iradelerin örtüşmesi ilkesini bozduğu için sözleşmenin hükümsüzlüğüne yol açan hata (yanılma) hallerinde, sözleşmenin hükümsüzlüğü sebebiyle taraflardan en az birinin zarar görmesi olasıdır.  Bu gibi hallerde kendi kusuru ile yanılan ve sözleşmenin hükümsüzlüğüne sebep olan taraf, diğer tarafın sözleşmenin hükümsüzlüğü sebebiyle uğradığı zararı tanzim ile yükümlüdür.  Ancak bu durumun istinası, diğer tarafın yanılanın iradesinin hata sebebiyle sakatlandığını bilmesine ya da bilebilecek durumda olmasına rağmen sözleşmenin imzalandığı hallerde, yanılanın tazminat yükümlülüğünün ortadan kalkması halleridir.

ALDATMA (HİLE) hali ise, Borçlar Kanununun 36. maddesine göre, taraflardan birinin aldatması sonucu sözleşme yapan taraf yanılma halinin esaslı olup olmamasından bağımsız olarak sözleşmeyle bağımlı değildir.  Yani diğer bir ifadeyle, aldatma sonucu oluşan yanılmanın esaslı olması şartı aranmamaktadır.  Aldatmanın varlığı yeterlidir.

Sorularınız bekliyorum… Bu arada sarı yazdan bir kocaman merhaba ve sevgiler….

 

Avukat Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

 

Sözleşmelerde Tehdit

Borçlar Hukuku kapsamında irade, hukuk düzenince bizzat belirlenen şart ve sınırlar içinde, kişinin istediği ve arzu ettiği amaçlara uygun hukuki sonuçlar doğuracağını kabul ettiği irade beyanıdır.  Sözleşmelerde, bu iradeyi sakatlayan haller nelerdir diye sorarsanız: İrade sakatlığı halleri üç tanedir: Bunlar,  Hata, Hile ve Tehdittir(İkrah).

 

Peki, tehdit yani ikrah nasıl ortaya çıkar?

Bir kişinin aslında yapmak istemediği bir hukuki işlemi, yapmadığı takdirde zarara uğrayacağı tehdidiyle yapması halinde ortaya çıkar. Taraflardan biri, diğerinin veya üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir sözleşme yapmışsa, bu  sözleşmeye hukuken bağlı değildir. Kural olarak tehdit, hukuka aykırı olmalıdır.  Diğer bir ifade ile irade serbestisini bozan tehdit, bir kimseyi yapmak istemediği bir hukuki muameleye, aksi takdirde kendisine veya yakınlarından birisine bir zarar verileceği tehdidi ile korkutmaktır. Mesela bir kimse, yapmak istemediği halde yapmaması halinde bir kişinin öldürüleceği veya evinin ateşe verileceği tehdidi ile bir sözleşme yapmasına zorlandığı hallerde ikrah yani tehdit ortaya çıkar.  Tehdide uğramış olan kimsenin iradesi de sonuç olaraki sakat bir irade olarak ortaya çıkmaktadır. Geçerli bir ikrahın mevcut olabilmesi için tehdit edilenin iradesini açıklaması, fakat bu iradenin zor altında beyan edilmesi gereklidir.

Uzun lafın kısası okuyucularım, bir sözleşmenin hukuken tamam olabilmesi için tarafların, “akitlerin esaslı noktaları sayılan hususlarda uyuşması lazımdır”. İradenin, sahibinin maksadına uygun düşmemesi haline “irade fesadı” veya
“iradeyi sakatlayan hal” adı verilir. Bu şekilde açıklanmış olan irade kusurlu ve eksik bir iradedir.

Sorularınızı Bekliyorum

Selamlarımla

Av Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

Bir Kova Su ve Kovanın Dibinde Çaresizce Debelenen İnsan …

Aynı hatayı senin gibi iki sefer yapmak, aptallıktır…
Havanda su dövüyorsun, ne salak şeysin …….
Kovanın içinde bir kaşık su, bir kova suda boğuldun …

Ne çok söz var, aptallığa dair; öyle değil mi?
Aptallık hep başkalarında zaten…

Gelgelelim insanın kendisine, insan kendisine asla ama asla laf söyletmez ki, hatasını görmez bir türlü, göremez… Gün gelir pişmanlıklarının içinde kendisini boğuluyor olarak bulsa bile, çaresizlikten yapmıştır o hatayı, hep bir bahanesi vardır anlayacağınız.  Karşı taraftadır sıkıntı,  kendinin ise aklı selimi yerindedir oysa… Hele aptal hiç ama hiç değildir.

Peki, ya iki tarafın özgür iradesi ile yapılmış olan sözleşmelerde ne oluyor da sonradan taraflardan birisini sözleşmede değişiklik istiyor.  Ya diğer taraf ? O zamana kadar sözleşmenin şartlarına uyum sağlamış ise, bir anda karşı tarafın sözleşme değişikliğine gitmesiyle sıkıntıya düşen ve de düşecek olan ayrıca bu değişikliğe gidilmesinde de bir kabahati olmayan taraf ne yapmalı? Ya da doğrudan sözleşmeyi mi feshetmeli?  Feshederse, menfaati daha da zarara uğramaz mı?  Peki menfaat neye göre sağlanır, ölçülür ya da kaybedilir?

 

 

Peki irade sakatlıkları, tehdit, hata, ikrah hangi durumlarda ortaya çıkıyor?

Hangi durumlarda, tarafların özgür iradeleriyle yaptıkları sözleşmede değişikliğe gidilmesini hakim uygun görüyor?

Sıra ile her hafta birini sizlerle paylaşacağım ve bu konularda bilgi vereceğim.  Bana sorularınız olması halinde aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz….

Selamlarımla

Av Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

 

İstanbul Sözleşmesi ….. Maalesef !

Kırılan binlerce gurur, onur, şeref, haysiyet ve yaşam …

Yok yere dağılan aileler, paramparça olan kişilikler, intihar ve dağlayan yürekler…

Binlercesi hatta milyonlarcası,…. boş yere tükenen umutlar ve hayatlar….

Nice Pınar Gültekinler, Özgecanlar…

Daha bilmediğimiz nicesi … En ağır travmalar, sessiz kalanlarmış….

 

İş showa geldiğinde, ya da sosyal medyada ses duyurma bahane edildiğinde her bir ağızdan çıkıyor “kadına şiddete hayır, istanbul sözleşmesi yaşatır!” diye.  Ancak gel gelelim uygulamaya, Türkiye İstanbul Sözlemesin’den çekildi.  Dünya genelinde kadına şiddetleriyle en başta yer alan Türkiye’nin bu içler acısı hali de başta Birleşmiş Milletler olmak üzere bir çok gelişmiş ülkenin şaşkınlığı ve ayıplaması, yuhlamasıyla karşılandı.  Peki ama neden?

Buna gerekçe olarak şu gösteriliyor… “……….Türkiye Cumhuriyeti’nin sözleşmeden çekilmesi, kadına karşı şiddetle mücadeleden ödün verme olarak yorumlanmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal mevzuatında kadın hakları en ileri normlarla güvence altına alınmıştır. Ülkemiz bu zamana kadar olduğu gibi bundan sonra da kadına karşı şiddete sıfır tolerans anlayışı, ayrıca kadın haklarının daha da güçlendirilmesi ve kadına karşı şiddetle mücadelenin daha etkin sürdürülmesi amacıyla gerekli tüm tedbirleri ilgili kurum ve kuruluşlarıyla birlikte almaya devam edecektir.”

Ben bir hukukçu ve aynı zamanda da kadına şiddetin ne olduğunu iyi bilen bir kadın olarak, koyu ile yazdığım kısmı bilmiyorum.  Hangi kanun kadın haklarını en ileri normlarla koruyormuş acaba? Bilen, duyan var mı? Ya da en azından en ileri olmasa da normal düzeyde koruyan bir yasa biliyor musunuz değerli hukukçular? Biliyorsanız beni mail ile bilgilendirin lütfen.  Bu konuda eksik kalmışım, kalmışız da ….

Saygı ve Sevgilerimla

Av Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com