Her şeyin Bir Zamanı Var….

Zaman bu, geri gelmiyor geçip gidiyor… Tutamıyorsun … En azından ben tutamıyorum, halbu ki tutabilirim sanırdım.. Zira saçlar beyaz veriyor arada; pis pis sırıtıyor kahverengi saç tellerimin arasında .. Yüzümde gözümde bir şey yok henüz ancak kahpe zaman işte; zamanla olacak biliyorum… Bir tek o değil ki … Yaşlanmak korkusu değil ki… Zaman kavramı bence en kahpe sorun… Keşke zaman hiç olmasa… Saatleri istediğimiz tarihe geri çekebilsek, istediğimiz zamana taşıyabilsek ileri götürebilsek… Şu kahpe zaman sorununu çözebilsek … Gerekirse dünya dursa, ancak kaçan zamanı geri getirebilsek arada bir… sadece sıkıntılı zamanları silebilsek, en mutlu olduğumuz anları bir daha bir daha yaşayabilsek… Nerde dostum, nerde…

Peki, birşeyler için doğru zaman var mı ? “Sil baştan başlamak devam etmek lazım hayata baştan ” bu şarkı gibi değil kasdettiğim… Zaman geri gelmez ki. Neyi sileceksin.. Silsen o zamanki haline, ruhani dünyana gidebilcek misin ? Nahh gidersin, nereye gidiyorsun… Zamanla sevişmeyi bil, yoksa bu kahpe zaman cehenneme çevirir vallahi dünyanı …

Bakın kum saatime… Akan kumlar aktığı gibi aşağıya iniveriyor; hiç sormadan bile… Geçip gidiyor, lönk diye kalıveriyor insan…

zaman

Şimdi üstadım diyelim ki, doğru zaman var evet … Peki ne için?  … Doğru zaman var, olmalı…

İnsanların kendilerini Allah olarak görmemeleri için; karşılarına çıkan olaylarda bunu anlamaları için yeteri kadar çuvallamaları için,

Hatasız kul olmayacağını, kimsenin her kararı ve davranışının doğru olamayacağını anlaması için herkesin hayattan desturu alması için,

Kanunlarda yer alan her düzenlemenin mantıklı olmadığını anlamaları için yeteri kadar şikayet ve itirazın oluşabilmesi için,

Adli kolluk güçlerinin bu ülkede daha çok eğitime tabii tutulması için çok sayıda vatandaşın her anlamda canının yandığının hükümetçe anlaşılması için,

Yargıtay’a giden ve yıllarca dosyasına karar çıkması için bekleyen vatandaşların manevi olarak ızdırap çektiğinin yargı birimlerince anlaşılagelmesi için,

Avukat Asgari Ücret Tarifesinin çok düşük olduğunun barolarca anlaşılması ve Türkiye Barolar Birliği’nin yeni düzenlemeye gidebilmesi için,

Savcı ve hakimlerin kendilerini bu ülkenin hükümdarı olarak görmemeleri için denetime daha sıkı tabii tutulmaması gerekliliğinin HSYK tarafından anlaşılabilmesi için,

Tüm idari ve resmi birimlerde çalışan memurların memur olma zihniyetinden çıkmaları ve daha fazla canla başla çalışabilmeleri için maaşlarına teşvik primi usulü getirilmesi gerekliliğinin Bakanlıkça anlaşılabilmesi için,

Adliyeler ve Avukatlar için getirilen UYAP’ın daha verimli çalışması gerekliliğini yine tüm memleketteki hukukçuların anlaması için,

Adalete daha rahat ulaşılabilmesi ve anlaşmazlıklara uzlaşma fikrinin gelebilmesi için “Arabuluculuk” fikrinin tüm Türkiye’de yaygınlaşması için

DOĞRU ZAMAN VAR….. GEÇ OLMASIN, GÜÇ OLDUĞU KESİN … NE DİYEYİM… ZAMAN GEÇİYOR TİK TAK TİK TAK….GEÇTİ BİLE….SOĞUK SU NEREYE KADAR İÇECEĞİZ ? SU ISINSIN BİRAZ, ILIK İÇELİM ARTIK..

Zamanın kıymetini bileceğiniz, güzel bir hafta dilerim.

Saygılarımla,

Avukat/ Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

Aşk Mağdurları İçin Yukarı Tükürsen Bıyık Aşağı Tükürsen Sakal

Efenim, bu haftaki yazıma neden böyle bir başlık attığıma gelince..

Hemen söyleyeyim… Bu yıl yine Antalya Portakal Film Festivali ve diğer ulusal ve uluslararası Film Festivalleri için polisiye tadında bir kısa film için kolları sıvamış bulunuyorum.. Anımsarsanız, getiğimiz yıl da katılmıştım. Bu yıl ki başka olacak, zamanı gelince buradan daha ayrıntılı yazacağım. Buradan yılların tiyatrocusu aynı zamanda hukukçu kimliği olan, beni çocukluğumdan beri tanıyan ve tiyatro, sinema aşkımı bilen ve beni destekleyen; aynı zamanda çok başarılı bir avukat olmamı isteyen Sayın Metin Akpınar’a teşekkürlerimi sunuyorum. 5 gün önce kendisiyle kısa filmim üzerine sohbet etme şansım oldu ve değerli fikirlerini aldım. Kendisini merak edenlere söyleyeyim, hala son derecede parlak bir zekası ve sanatçı ruhu var, yıllar kendilerinden hiç bir şey götürmemiş, eksiltmemiş. Hala kendisini izlediğimiz Türk filmlerindeki gibi neşeli, muazzam espri kabiliyetine haiz ve en önemlisi kibar ve anlayışlı, tiyatro üstadı ve sanatkar…

Filmimin senaryosu için bu sefer profesyonel bir ekiple çalışıyoruz, geçtiğimiz yıl daha amatör bir çalışma yapmıştık (merak edenler için google’a “Onu Araken Gizem Tan” diye yazınca 1 dakikalık bir trailer çıkacaktır buradan izleyebilirler) . Filmimizin kısa özetini sorarsanız ki daha çok ham, aşık bir kadın cinayet işliyor ve aklını kaybetmiş bir şekilde kendisini küvette buluyor. Kendisini öldürmeden, cinayeti işlediği ve hala çok aşık olduğu adamın bedeniyle konuşuyor sanki hiç öldürmemiş gibi. Ayrıntıları sonra paylaşmak isterim sizlerle… Hobi niyetine yürüttüğüm sinema çalışmalarımdan yönetmen ve yapımcı arkadaşlarım dahil bıktılar, zira hepsinden daha çok fikir üretebildiğim ve çeşitli senaryoları profesyonel senaristlerden daha hızlı bitirebildiğim için kıskanıyorlar olsa gerek :))) şaka şaka, latife yapıyorum. Ben , bu gidişle ölene kadar her yıl minimum 1 festivale katılırım gibi; hatta sizlerle “gofretine” iddiaya girelim, tüm festivallerden birer tane ödül toplayabilecek kadar başarılı polisiye kısa film senaryoları üreteceğim; zira vakit bulursam uzun metrajlı da olabilir neden olmasın ?

S izce aşktan öldürmek mi daha iyi, ölmek mi?

Bence, ikisi de değil…

Hiç ayrılmazlar dediğim bir çifti daha boşuyorum. Anlaşmalı boşanma ancak, başında çekişmeliydi hem de ne çekişme. İnsan bu kadar çok boşanma görünce ve hırpalanan tarafları diyor ki, “Evliliği kendim için istemiyorum.” “Ayrılmayı kendim için istemiyorum” ve en tuhafı ne biliyor musunuz “Aşkı kendim için istemiyorum”…

Boşanma oranlarının bu kadar yoğun olduğu ülkemizde, evlenmekten ve aşktan korkmamak mümkün değil. Bakın, aşağıda evli olanların, evliliklerine verdiği puanlara ilişkin bir anket….Ya siz olsanız kaç verirdiniz?

evlilik_1

Aldatılma ya da diğer müşterek hayatı imkansız yapan sebeplere neredeyse her evlilikte rastlanılıyor ve neredeyse her evlilikte tatsızlıklar olabiliyor; ayrıca her ilişkide olduğu gibi evliliklerde de mutlaka taraflardan biri diğerini daha çok seviyor ve daha aşık oluyor; ve ilişki tam normale girdiğinde ve sorunlar biraz geride bırakılıyor gibi olduğunda mutlaka o diğer az seven tarafın büyük bir falsosuyla darmaduman oluyor evlilkler. Sıkıyorsa o daha aşık ve seven taraf ki, bu da genelde kadın oluyor, ayrılığa ya da boşanmaya ikna olmasın diğer taraf burnundan kan getiriyor…

O yüzden, çekişmeli boşanmaları azaltabilmek ve tarafları “anlaşmalı” boşanmaya ikna edebilmenin bir diğer yolu da; aşık ve daha çok seven tarafa karşı tarafın evliliği bitirmede ve ayrılmada kesin kararlı olduğunu anlatabilmek ve uzlaşmaya davet edebilmektir. Yani fazla aşık ve evliliğin devamını direten tarafa “bu aşkından vazgeçmesini” kabul ettirebilmek ve işi yokuşa sürmeden, kendi haklarını da güvence altına almasına destek olacak bir avukatı temin ederek, bekar hayatında başarılar dilemektir; zira “uzlaştırıcı kimlik” bunu gerektirir…

Aksi takdirde; hele ki karşı taraflar bir inatlaş; bir seni istemeyene kendini yamamaya kalk bak o zaman görürsün anyayı konyayı…Boşanmazsan,; karşı taraftan nafaka dahil alamazsın; eğer karşı taraf ekonomik anlamda daha güçlüyse ve bir de çocuk varsa ortada hele bir de 3. Kişiler; işte savaşı o zaman gör…Çocuk ayrı hırpalanadursun, sen ayrı…

O yüzden boşanmaya maruz kalan ve karşı tarafın daha az aşkı ve sevgisizliğine maruz kalan taraflar; bırakın şu inadınızı; onurunuzu ve gelecek günlerinizi  kurtarın, yeniden sevin, aşık olun; bırakın karşı tarafın sizi sevebilme ve yeniden daha çok aşık olabilme ihtimalini; bırakın kendinizi aşkınız için hırpalamayı ve öldürmeyi; ve bırakın karşı tarafın gırtlağına yapışıp; karşı tarafı öldürmeyi; anlaşmalı boşanmaya yanaşın…. Akan su yolunu buluyor elbette…bulacaktır da….

Saygılarımı sunar güzel ve aşk dolu bir hafta dilerim….

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

twitter @avukatgizemtan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

Yasa Gereği Flört Edebilen Ancak Müsait Olmayan Kadınlarız

“Bir kadını 40 erkek ister 1’i alır, bir adamı 40 kadın ister; 40ı da alır çünkü erkek vicdanlıdır, kıyamaz hiç bir kadını değerlendirmeden göndermeye :))).”

Bu  şu aralar sosyal medyada dönen espri konularından biri.  Erkek kadın arasında  sadece biyolojik fark yok malesef, bu memlekte yasalar ve diğer düzenlemeler de malesef bu eşitsizliği destekler nitelikteler.

Biliyorsunuz ki, Türk Dil Kurumu’nun (TDK), sosyal medyada oldukça tartışılan ‘müsait’ kelimesi için verdiği karşılık, TBMM Genel Kurulu’nda da gündem oldu.  Konuyu Genel Kurul’da gündeme ilk olarak HDP İstanbul Milletvekili Levent Tüzel getirdi: “Bu iktidarın zihniyeti bakıyoruz Türk Dil Kurumu’nda karşımıza çıkıyor. ‘Flört etmeye müsait’ diyerek bir kez daha kadını hakir gören, aşağılayan, eşitsizliğinin üzerine vurgu yapan, cinsiyetçi sömürüye açık bir söylem…”

Ben de baktım, bakmam mı, TDK internet sitesindeki sözlüğünde “müsait” kelimesinin anlamlarından biri, “fl ö rt etmeye haz ı r olan, kolayca fl ö rt edebilen (kad ı n)” olarak açıklanıyor.

Tecavüze uğrayan kadın, namussuz gözüyle bakılan kadın, mahkeme önünde erkeğin karşısında mağdur olan yine kadın, nedir bu kadın mağduriyeti; bu eşitsizlik ne zaman son bulacak kardeşim….

Hem sonra kolayca flört edilen erkeklere ne denir, p… mi yoksa başka bir şey mi ?  Neden buna açıklık getirilmiyor hı? Sonra bekleyelim kanunlarımız Avrupa Standartlarında, Avrupa Birliği’ne yakışan yasalardan olsun.

Bir de şu var zina ve kürtaj’da zaten hep kadın suçluydu; buna şimdi bir de flört eklendi.

Ayrıca bildiğim kadarıyla flört çift taraflı yaşanıyor. Erkek ve kadın flört etmeden hayat arkadaşlarını bulamazlar bu bilinen bir gerçektir.  Bu  kadını aşağılayan düzenlemleri getirenler müsait olmadıkları gibi flört de etmiyorlarsa hiç birinin sevgilisi, karısı, kocası yok mudur acaba?

flort

İlla flört edilince, seks de yapılmış olmuyor.  Zira, bu düzenlemeyi getirenlerin aklı başka yerde olsa gerek.

Dişi köpek kuyruk sallamadan erkek köpek gelmez, yanaşamaz denir ancak çoğu flörtü de başlatan kadın değil erkektir biliyorsunuz. Ya buna ne demeli?

Kürtaj ve zinadan sonra şimdi de sıra flörtte demek ki, zaten bunların hiç birinde erkek yok ne yapıyorsa hep kadın yapıyor.  Şeriat kanunlarının mantığında da kadını aşağılama, hor görme vardır.  Kadın yüceltileceğine hep yerin dibine vurulur, adam yerine konmaz. Ülkemizde de malesef çoğu doğu şehrinde aileler çocuk sayılarını verdiklerinde kız çocuklarını, çocuk sayısına dahil etmezler asla.

Umarım ülkemize şeriat kanunları gelmez… zira görünen köy de kılavuz istemez ama.  Belki yıllar öncesinde TDK’nın kapatılması konusu tekrar gündem kazanır; ancak bu da sonuç değil ki; mantalite değişmedikten sonra….

Zira yazımı sonlandırıken, ben ve benim çevremdeki çoğu bekar bayan arkadaşım FLÖRTÜ severiz bizi HAKEDEN SEVDİĞİMİZ ADAMLA,ancak MÜSAİT DEĞİLİZ….

Saygılarımla,

Avukat/Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

Örümcek Adamlar ve İşçi Güvenliği

Siz hiç örümcek adam gördünüz mü, ekmek paralarını bir ipin ucuna bağlı olarak kazanan işçileri ? Ben gördüm bakın…

IMG_2427_1

Bu işçiler koskoca gökdelenlerin camlarını şu gördüğünüz hiç bir güvenliği olmayan iplere bağlı bir şekilde temizliyorlar. Her bir katta aşağı yukarı 60 cam var ve gökdelenler minimum 9 katlar. Artık siz düşünün gerisini…

Bir elleri bağlı oldukları ipi tutarken, diğer elleriyle de cam silleri ve sabunlu bezleri tutuyorlar. Şimdi size ne hatırlatacağım.. İnşaatlarda iş güvenliği anlamında ihmalkarlığa ve işverenin gerek ağır kusuru, gerekse de taksirli eylemleri sonucu inşaatın tepesine güvencesiz çıkıp da sağlam bir şekilde evinin yolunu tutamayan kaç tane işçi oluyor biliyor musunuz? Nerden bileceğiz…. Basına yansımayan ve üstü kapatılan o kadar çok işçi ölümü var ki bu memlekette.

Zaten işçi ölümlerinde hiç bir işveren de sorumluluğu kabul etmez. Sorumluluğunu bertaraf etmek için elli takla atar. Borçlar Kanunu anlamında işverenin sorumluluğu ve inşaat sahibinin sorumluluğu yani kusursuz sorumluluk durumları yasada düzenlenmiş düzenlenmesine ama bir de uygulamaya bakalım, tam br facia..

Malum, işveren gereken önlemlerin alınması için mutlaka işyerinde işçilerden sorumlu müdürleri gerekli ikazları yapmıştır. Yapmıştır yapmasına ancak işçi eğitimsizlikten mi, işvereni dinlemediğinden mi hep kendi kusur ve hatasından dolayı inşaattan düşer ölür ya da sakat kalır zaten; değil mi !!! Duysanız da inanmayın.

Zira bu durumların, çoğu işverenlerin umurunda olduğunu bile sanmıyorum, onlar işçi ailelerine cüzi tazminatları verdikten sonra kendi lüks teknelerinde ya da evlerinde dinlenmeye çekilip, konunun basına yansımaması için 50 takla atıyorlardır; ancak ateş tabii ki düştüğü yeri yakıyor. Tabii öyle, işverenin karnı tok, sırtı pektir; işçi garibandır. İşçi, bareti, ipi önemsemez; mesaisi sonunda eve götürebilecek ekmek parasının derdindedir işçi.

Bu tarif etmeye çalıştığım işçilerin iş kazalarına kurban gitmesinin altındaki gerçek şudur ki, iş güvenliğine çok da önemin verilmediği bir ülkede yaşamaktayız. Zira, İş Mahkemelerinde işçilerin işverenlerin karşısında 1, 0 galip olduğu söylenir; bu doğrudur doğru olmasına ancak yukarıda bahsettiğim sus payı niteliğindeki tazminatları almaya mahkum edilen işçi aileleri, iş mahkemelerine bile gitmeye cesaret edemezler; tükenmişlerdir çünkü. Bu aldıkları tazminat miktarı da öleni geri getirmez maalesef.

4857 sayılı kanunun 80. maddesine göre 50 ve daha fazla personeli bulunan şantiyelerin İş Sağlığı ve Güvenliği (ISG) kurulu oluşturma zorunluluğu bulunmaktadır. Kurulun amacı çalışanları ve yönetimi bir araya getirerek, sağlık ve güvenlik problemlerine çözümler üretilmesi, eğitimlerin yapılması ve gerekli bilincin oluşmasını sağlamaktır. Sizce bu kurul kaç tane işyerinde oluşturulmuş ve gerekli denetimleri, yönetimleri yapmakta aktif rol oynamaktadır? Kaç tane işverenin sizce, İSG sistemi kural ve yönetmeliklerine uyup uymadıkları  sorulmaktadır?

İş kanunu ve ilgili tüzük ve yönetmelikler kapsamında  yapılan bir araştırmada, işyerindeki kazaların önlenmesinde kişisel koruyucu ekipman ve malzemelerin kullanılması konusu araştırılmıştır. İşverenin kontrolü ve bilgisi dahilinde, çalışanlara bu malzemelerin temini oldukça önemli bir husustur. Cevaplara göre şirketlerin %43’ü sadece şirket elemanlarına, %27’si bedeli mukabili ve %18’i de bedelsiz olarak altyüklenicilere de İSG ekipmanlarını temin etmektedirler. Burada çoğu şantiyenin kişisel koruyucu ekipman tanımından anladığının baret, emniyet kemeri gibi basit ekipman olduğu da gözlenmiştir ve bu da bahsettiğim anlamda işçi güvenliğinin sağlanması konusunda çok yetersizdir.

Tüm bu ve benzeri işçi güvenliğinin sağlanması açısından gerekli olan işveren yükümlülükleri yeniden düzenlenmeli ve bu yükümlülüklere uymayan işverenlere yasa, ciddi para cezaları getirmelidir. İşçi kazalarının azalması ve gereken önlemlerin işverenlerin desteğiyle sağlanması ve arttırılması dileklerimle.

Saygılarımla

Avukat/ Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

Sebastian Ümitsizliği Yok Etsene !

Geçtiğimiz hafta bir iş vesilesiyle doğduğum ve büyüdüğüm şehir olan Ankara’ya gittim.  Kar, kış, kıyamet demeden arabamla hem de. Her nedense bu şehirle bir türlü barışamamışımdır, aramda hep bir mesafe vardır. Hep derler ya, “Ankara’ya gitmenin en güzel yanı, İstanbul’a geri döneceğini bilmektir”. Zira, Ankara’yı benim için güzelleştiren tek yan belki de çocukluk anılarım ve ailemin varlığıdır.

Adliyede işlerimi bitirdikten sonra çok eski bir restaurant vardır Gazi Osman Paşa’da oraya gideyim, dedim.  İçeride kimsecikler yok, kocaman bir şömine içinde cayır cayır yanan bir ateş sadece, hemen kuruldum köşesine.  Hemen sonra, aşağı yukarı 90 yaşlarında bir beyefendi geldi ve arkamdaki masaya oturdu . Fazla bakmadım yüzüne, kimdir, kimlerdendir, bir tanıdık olabilir mi diye,  pek adetim değildir etrafımdaki insaları incelemeyi sevmem. Sonradan öğreniyorum, hepimizin bildiği çok önemli bir gazetecinin babasıymış meğer, hem de avukat yani benim üstadım oluyor kendileri…

Bir 15, 20 dakikadan sonra bana şöyle seslendi “Kızım, ne arıyorsun ateşin içinde ? “.  Öncesinde üstüme alınmadım ama bir daha yenilemesine gerek kalmadı bu soruyu, zira benim dışımda başka kimse de  yoktu, içeriye girerken hatırladığım kadarıyla; zaten orada,en azından alık alık ateşe bakan kimse yoktu.  Hemen başımı çevirdim ve dedim ki, biraz utangaç, biraz da mahçup ve o an için sanki dert ortağı bulmuşçasına yüreğime gelen ferahlığın ahengiyle  “Ümitsizliği, her anlamda yakmak istiyorum, her anlamda olanını.” dedim.  Beyefendi bu sözümden sonra bana “Ne iş yapıyorsun ? ” dedi.  Ben de “Ben avukatım ” dedim. “Müvekkilleri için, adaleti sonuna kadar zorlayan bir avukatım.”   Beyefendi, “demek avukatsın, gel öyleyse” dedi ve beni masasına davet etti.  Elleri titeye titreye cüzdanından bir kart çıkardı ve bana 60 yıl öncesine ait Ankara Barosuna mensup olduğunu gösteren avukatlık kimlik kartını gösterdi.  Gözlerim bir doldu bir doldu anlatamam size.  Buradan üstadıma saygılarımı sunuyorum.  Bu yazımı da okuduğunu biliyorum.

Üstadlardan öğrenilecek çok şey var.  Üstelik hukuk biliyorsunuz güncel olayları, siyaseti ve en önemlisi genel kültürü de içinde barındırıyor.  Bu konularda eksik olanın iyi hukukçu olabilmesine şaşarım.  Değerli üstadım, Atatürk dönemini, ihtilal dönemlerini, herşeyi ama herşeyi yaşamış; son derecede donanımlı ve yaşına rağmen aklı 20lik delikanlılardan daha iyi çalışıyor yemin ederim.  Şu anki hukuk sistemi de dahil, mevcut siyasal sorunlar, yargının bağımsızlığı, adliye ve adalet sisteminin bozukluğu, Şike Davası, Ergenekon ve Balyöz Davası da olmak üzere her konuyu tartıştık denebilir.  Çok lezzetli bir sohbetti , hatta masamız vakit ilerledikçe iyice kalabalıklaştı, zira beni İstanbul’da bilenler kalabalık yemek sofralarımızı da bilir, sosyal olmak ve insan sevgisi mesleğimizin de bir parçasıdır.  Sohbet, sohbeti açtı; aklımdaki tüm soruları sorabildim; öngörüsü bu kadar yüksek bir hukukçunun avukatlık ve kanun konusunda öngörüsünden yararlandım.

hukuk9

Kendisine bir soru sordum, “Ümitsizlik her yerde.  Sizce bu ümitsizliği yok etmek mümkün mü ?” Bana ne kasdettiğimi sordu.  Dedim ki “Ümitsizlik insanın doğasında var üstadım, ümitsizlik,  mutsuzluk, sıkıntı ve acı olmadan; avukata gidilmez.  Ancak bunlar olacak ki, avukatın kapısı çalınsın.” Hemen lafımı kesti ve dedi ki, “Kızım, ümitsizlik olmadan hayat olmaz.  İnsanlar ümitsiz ve mutsuz olmamak ya da böyleseler de bu durumu değiştirmek için kanunlar çıkaracak, hukukçular yetiştirecek ve böylece de nizam olacaktır.  Nizam olacak ki, insanlar hak adalet arayışına girecekler ve bulduklarında mutlu olacak, yaşama sıkı sıkıya bağlı olcaklardır.”dedi.

Değerli üstada bir de şu soruyu sordum, hukukta ümitsizlik nasıl kaybolur yani “İlk derece mahkemesinin kararlarını değerlendiren Yargıtay, gerçekten de yeteri kadar ihtimamı gösterip, ilk derece mahkemesinde hakkını arayıp da bulamamış ve ümitsizlikten kıvranan tarafların davasını yeniden inceleyebilecek kadar vakit ayırabiliyor mudur sizce, ne dersiniz ? Ya da diyelim Yargıtay’da dava bozuldu ve ilk derece mahkemesinde yeniden incelemeye gitti, sizce bu durum ilk derece mahkemesinin verdiği eksik ve hakkaniyete aykırı kararı yok edip, yerine adil kararı vermesi ve ümitsizliği yok etmesi için kafi midir ?”  İşte bunu bilmiyoruz, emin değiliz ; zira üstad da emin değil.  Sanırım, üstadın emin olmadığı ve ümitsiz baktığı bir konuyu bulmuş oldum …..

Ne diyeyim, Allah bugünlerimizi aratmasın, ümidimiz ölmesin hiç bir konuda ne hakta ne adalette… Avukat olarak elimizden gelenin en iyisini yapalım, müvekkillerimizin hakkını sonuna kadar arayalım.

Sebastian oğlum, ümitsizliği tamamen yok etsene …

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan