Rüzgara yenik düştük … Deli gibi esiyordu. Motorun sesi bir yere, rüzgarın uğuldayan gümbürdeyen sesi adeta kulaklarımızı sağır etmişti. Motorsikletin hoperlöründen gelen ses bile yok olmuştu, kaybolmuştu… Kulaklarımızın tek işitebildiği havayla karışık, karışmış derin bir uğultuydu.. Daha da başka değildi.
Rüzgarın yüzümüze yüzümüze dalga dalga hoyratça esen gücü kafalarımızı olduğu yerden çok başka yerlere götürmüştü, adeta bizi sarhoş etmeye çalışıyordu… Ama biz direniyorduk, sarhoş olmamak için direniyorduk. Rüzgarla adeta güç yarışına girmiştik. Kimiz, nerdeyiz, nereye gidiyoruz… Kimin umurunda.. Rüzgar ne kadar güçlü ve sağlam olursa olsun, biz motordan asla devrilmeyecektik, devrilmemeliydik…Devrilmedik de… Ancak bitap düşmüştük. Motoru dinlendirmemiz, kendimizi dinlendirmemiz gerekirdi. Öyle de yaptık. Motorsikleti durdurduk, suluklarımızdan sularımızı içtik… Rüzgara yenik düştüğümüz al al olan yanaklarımızdan belliydi, nefes nefese kalmıştık. Konuşmakta güçlük çekiyorduk, boğazımız kuruyordu… Havanda su dövüyorduk, daha da dövecektik…. Taa ki rüzgar bizi devirene kadar, taa ki halimiz bitene kadar, enerjmiz yenik düşene kadar …
Tozu dumana katan rüzgarın haşmeti, bizi bizden almaya yetmişti… Bunca yolu motorun üzerinde değil de sanki birbirimizin sırtında gelmiştik….
Verdiğimiz mola kafi gelince, “daha da dedik”.. Daha da gidelim. Dağları, tepeleri aşana kadar… İstanbul’dan çıktığımız yol daha uzundu siz deyin Giresun’a kadar, ben diyeyim Karacasöğüt’e kadar. Git gidebildiğin kadar … Tekrar motorumuzun başına geçtik, kaç saat daha gittik ben hatırlayamıyorum… Tek hatırladığım pembeleşmeye yüz tutan pamuk pamuk bulutlar arasında bize sırıtan güneşti … İstikamete yaklaşmıştık geride bıraktığımız onca kilometreye rağmen, yine de gitmek istiyorduk. Bir bu yol kadar daha, biraz daha, bir nebze daha.. Tükenene kadar, motorun gücü yetene kadar, rüzgar bizi savurana değin… Gidiyorduk da nereye gidiyorduk? Bu savaş niyeydi? Ne içindi ağzımıza, kulağımıza yediğimiz onca güçlü rüzgar… Ne içindi biliyor musunuz bu yılmayan enerjimiz… Sanıyorum “özgürlük” hissiyati içindi, sanırım havanda su dövünme eyleminin başka bir şekliydi, sanırım çaresizliğin bir göstergesiydi, rüzgara yetişebilmenin, yetişebilmiş olmanın onu alt edebilmenin tarifsiz duygusuydu…Bu tarz bir şeydi işte … Fazla değil sadece “Havanda Su Dövdüğümüz” çoğu konu gibiydi işte… Temcit pilavı gibi. Çözümü biliyorsun, sonucu biliyorsun ama yine de gidiyorsun peşinden…. Sanki değişecekmiş gibi, sanki farklı bir sonuca ulaşılacakmış gibi …. Sadece git gidebildiğin kadar … Yeter ki, kendini tekrarladığını anladığın an çok geç olmuş olmasın, zararın kenarından dönebilmeyi bil… Bu yazdığım her konu için geçerli olsun…
Rüzgarla dansederken, Havanda Su Dövdüğünüzü farkettiğiniz Konuların Az Olması Dileklerimle…
Bir de sevgisiz ve aşksız kalmayın hiç, aman diyeyim ….Gönlünüzden geçen kişiyle hayat kurabilmeye şans verin… Tüm zorlukları göğüslemeye çalışın…Mutlu olabilmek adına …
*Adli Tatil Bitene Kadar İçimden Geldiği Gibi Sesleneceğim Köşemden Sizlere…
İyi Haftalar Dilerim
Saygılarımla,
Avukat / Arabulucu Gizem Tan
gizem.tan@dgtanhukuk.com
twitter@avukatgizemtan