Vazgecmeyi Bilememek ve Bir Pecete Hikayesi

Okyanus ötesinde Amerika’nin New York Sehrinde Hudson River’a bakan otel odasinda buldum kendimi. Hem biraz kafa dinlemece hem de bildigim herkes ve rutinimden az da olsa uzaklasabilme amacli….

Ucaga öyle bir binisim vardi ki arkama bile bakmadim… Belki de kendimi bulmak icindi bu seyahatim kim bilir … Son 3 ayda hayatimda öyle bir temizlik oldu ki, hayatimin merkezine koydugum bir isim de dahil bana olumsuz enerji verdigini hayatimi adeta sömürdügünü zamanla anlayabildigim birkac kisinin de hayatimdan hic istemedigim sekilde cikip gittigini görmek canimi cok acitmisti kendime gelemiyordum bir türlü ……. Bu mu diyordum kendi kendime sectigin arkadaslarin dostlarin bu hiclikte kötülük ve bencillikte insanlari nasil hayatina alip bir de dostum sevgilim arkadasim diyebiliyorsun Gizem? …….. Bu sorgu suallerim birbirini yaz boyunca takip etti, taa ki lösemi hastasi amcama benden ilik nakli yapildigi sirada basimda bekleyen annecim ve babacigimin, bana “kizim az daha dayan, biliyoruz canin ve damar yollarin cok aciyor, amcan senden alinan iligi hemen alabilmek icin birazdan apar topar hastaneye yatacak diyene kadar ………… Iste tam buralarda bir yerde bende film koptu…………… Hayat bu iste dedim, bu kadar … Saatlerdir damar yollarimdan süzülen kanin icinden alinan ilik benim 55 yasindaki amcama hemen nakil edilmedigi takdirde amcam belki de ölecekti . Biliyor musunuz hayatin anlaminin cogu zaman en azindan yazin basindan beri baskalarina yani sevdiklerine bagli olmamasi gerektigine iliskin savim bu olayla belki de baglidir dememe sebep oldu ……….. Hayatin anlamini kesinlikle bir basina bulamazsin, bu münferit bir sekilde aciklanabilecek bir durum degildir. Ve geldigim nokta, tam olarak sudur: Hayatin anlami tamamen secimlerinlerinle, ihtiyac duydugun insanlar ve seylerle ilgili ….Bir amcami düsünsenize, belki de bu gecirdigi zorlu sürecte ben olmasaydim coktan hayata veda etmisti …………..hayatta her sey ama her sey birbiriyle ilintilidir …

Kendimle alakali olarak su ara en cok düsündügüm ve kendi kendime nereye kadar diye sorguladigim özelligim ; Ben vazgecmeyi bilemedim bir türlü istedigim hic bir seyden vazgecmeyi belki beceremedigimden ya da istemedigimden … Yapamiyorum arkadas ! Ciplak kaliyormusum gibi hissediyorum …

Bu halimden memnun muyum bilmiyorum; ama bir özelestiri yapmam gerekirse kalbim cok yorgun yoruluyor …

Vazgecmeyi bilebilseydim belki daha az hirsli daha rahat ve daha az obsesif ve siradan olurdum . Su da bir gercek ki, hayattan korktugum seylerden biri de siradan, sistematik her gününü planli yasayip anin tadini anlamayan insanlara benzemek oldu. Kendi özgün yapimda hayati ve kendimi sorgulayan daha dogrusu her gün secimlerinlerimi ve hayatimdaki insanlari sorgulayan bir kabuga sigindigimi farkettim …..

Bir hikayem bile var cocuklugumda yasadigim ve hic unutmadigim. Cocuklugumdan beri ailemin özellikle de annecigimin beni Disney’in Kücük Deniz Kizina “Ariel”e benzetmesi sonucu Üzerinde Ariel olan her seyi biriktirirdim ve bu özelligim hala daha da devam etmekte babacigim Amerikadan alirdi bana o dönemler ailecek Amerikada yasadigimiz dönemlerdi ; kalemkutulari, bebekler, oda dekorlari, peceteler …… Türkiye’ye döndügüm zamanlarda cocukluk arkadasima üzerinde bir Ariel ve Barbie bulunan pecete verdigimi hatirliyorum. O da gidiyor bu pecetelerden baskili Tisört yaptiriyor, o zamanlar Türkiye’de yok tabii. Ben, evde kiskanclik krizine girmistim; nasil olurdu da bana ait olan ve beni simgeleyen Özellikle de Denizkizindan gidip de Tisört  yaptirabiliyordu ve ben kendi ellerimle nasil vermistim, geri almaliydim onlari ……. Biliyor musunuz o cocuk halimle senelerce geri istedigimi hatirliyorum ve de geri alabilmistim de sonunda, arkadasim dayanamamisti geri istemelerime. Kardesim in dogumunda bize anne ve ablasiyla ugradiginda elindeydi, bana geri getirmisti. Sahitlerim de var yani, zafer benimdi Pecetelerim geri gelmisti bana :)) Ben geri almistim ya gerisi mühim degildi. Bibbidi Bobbidi Boo …..:)))).Ne yaptirdigi Tisört  ne de benim o peceteleri kullanmam ya da bir baskasina kullandirtmam, sadece geri alabilmem mühimdi, almistim da oyunu kazanan bendim, zafer benimdi.Gecenlerde Cesme’de bu cocukluk arkadasimla karsilastigimda ona bu olayi hatirlattim ve dogruladi, “dogrudur” dedi bana o sirada yanimda annem , babam ve kardesim de vardi;onlar da dogruladi zira bu olaya anne ve babam bire bir sahittir, Deniz kizi ve Barbie pecetelerini geri alisimi, geri aldigimi halihazirda hala kolleksiyonumda duruyorlar evin bir kösesinde. Annemler iyi bilirler babam iyi tanirdi kizlari Kücük Gizem’i, ayni simdi tanidiklari bildikleri gibi , Gizem isteklerinin pesinden hep gider, tuttugunu koparirdi. Peki sizce burada önemli olan peceteler miydi, bunlari geri almak miydi? Benim icin önemli olanin burada Denizkizi ve Barbie peçetelerini geri almak oldugunu söylediginizi duyar gibiyim bence de öyle, sonradan onlardan aynilarini benim kullanmam ya da baskalarinin kullanmasi mühim degil. Geri almistim onlari , yeniden benim olmasi ve o geri aldigim pecetelerin hala bende oluyor olmasi mühim olandi…

Simdi size soruyorum, cok tutkulu ve isteklerinin pesinden her seyi göze alarak gitmek mi iyi taa ki oldurana kadar benim Denizkizli ve Barbie Pecetelerini geri aldigim gibi yoksa birakmak mi isteklerinin daha az tutkulu ve monoton mu olmak ? Aslinda dogru ve yanlis göreceli kavramlardir, kime göre dogru ya da yanlis; ama iyi kavrami bence daha geneldir o yüzden size hangisi daha iyi diye soruyorum ….. iyi kelimesi burada dogru kelime olmakla beraber, sanirim saglikli olmakla ilintili ….. Duyduguma göre fazla tutkulu ve arzulu yasayanlarda tasikardi, ritm bozuklugu ve panik atak sorunlari oluyormus ne dersiniz ?

Sevgilerimle

Avukat Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

Twitter@ avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Kutlama !

Güneş batmak üzereydi, saat 19.30’u gösteriyordu. Uzakdoğu Restaurantındaki yemek randevuma yarım saat kadar geç kalmıştım; ama umrumda da değildi;zira büyük bir hevesle orada beklenildiğimi biliyordum. Beni bekleyen tanıdığın (tanıdık diyorum, çünkü arkadaş değiliz zira iş ilişkimiz olabilir, belki sırdaş olabiliriz; ama “arkadaş”kelimesi bizim için olamaz) yarım saat değil gerekirse 1 saat bile bekleyeceğini biliyordum inatla; ki bir mecburiyeti yok asla ve kata; yüksek egolu oluşu da ayrı bir durumdu; yine de bekleyecekti beni orada… Yanılmamıştım da, restaurantın içine girmeme ramak kalmıştı beni oturduğu yerden gördüğünü görebiliyordum öyle bir ayağa kalkışı vardı ki, beni öyle bir selamlayışı kucaklayışı vardı ki, gören senelerdir birbirini görmeyen dost ya da sevgili olduğumuzu düşünebilirdi ancak öyle değildi. Biz beyefendiyle sevgili de değildik, arkadaş da; sadece geçmiş yaşantılarımızda yaşadıklarımız, belki ortak hüzünlerimiz, sevinçlerimiz, ukdelerimiz belki de hüsranlarımız ya da birbirimize olan uzaktan hayranlığımızdı… Ama birşey vardı ve ben o şeyi haftalar sonra buldum “kutlama” o şey “kutlama” idi … Kutlamadan, kastımı da açıklayacağım …. Siz, Sezen Aksu’nun “Kutlama” şarkısını dinlediniz mi hiç ? Hemen dinleyin şimdi, sözlerine bakın bir … Kirazlar olmadan tez vakitte, asmanın sürgün veren dallarında … başımı omzuna yaslamaya hayata yeniden başlamaya …

Neyse, lafı uzatmadan yemek masasına geri döneyim. Bana gösterilen bu deli sevgi gösterisinden sonra, çantamı pat diye yanımda duran iskemleye bırakıp, bir haşimle sandalyeye kendimi bıraktığımı hatırlıyorum. “İşte buradayım. Geldim, en nihayetinde görüşebildik der gibiydim.” Yemek süresince kendimi kendimi dakikalarca anlatabileceğim, dertleşmeye aç olduğum konuları konuşabileceğim ve uzaktan da olsa tanıdığım ama aslında senelerdir tanıdığım adamla Muğla Güneşini, Bodrum Güneşini batırmak üzere orada bulunuyordum. Tamamen seviyeli, bir o kadar arkadaşça ve herkesten uzakta, ağlayabilirdim ağlamak istiyordum neyse ki restaurantta bizim dışımızda kimsecikler yoktu sadece birkaç garson vardı onların da önceden tembihli olduğu belliydi; sadece bize servis edecekler ve biz masadan ayrılana kadar orada bulunacaklardı. Bu durumun  tadını çıkarmalıydım, şımarık bir kadın gibi …. Açtım bir süredir buna.  Dinlenilmeye, dertleşmeye, şefkate ama şefkatin böylesine açtım.

Gözüme ilk ilişen tüm ihtişamıyla masada duran Merlot şarabıydı. Benim bunu içmem yasaktı, kırmızı şarap beni öldürmekten beter eder, migrenimi öyle bir azdırıyor ki size anlatamam . Ancak, hiç umrumda değildi…İyi ki vardı masada, iyi ki. Bana yardımcı olacaktı. O anı dibine kadar yaşamama, bu uzaktan hayranlığın dertleşebilecek bir atmosfere gelmesinden ötürü hem onun hem de benim bu masada kalacağından emin olduğumuz yakınlaşmamıza yardımcı olacağını bilerek yudumlarken, aslında orada olmaktan dolayı ne kadar mutlu olduğumu bir kere daha farkedecektim. Öyle de oldu. Şarabı yudum yudum içtikçe içimdeki hüzün, içimdeki mutsuzluk, daha önceden yaşadığım ayrılıklar, yalnızlıklarım ve bir o kadar da mutluluklarım dudaklarımdan dökülmeye başlamış, içimde yıllların birikimiyle tuttuğum tüm kin ve öfke nöbetlerini bu beyefendiye kusmaya başlamıştım. Beni o kadar iyi dinliyordu ki, bir vakit sonra o da şarabın etkisiyle kendinden bahsetmeye hüzünlerinden ayrılık ve nefretinden bahsetmeye başladıkça aslında kendisinde kendimi görmeye başladığımı farkettim. O da bende kendisini görüyordu emindim. Çünkü, acılarıma ve herkeste olabilecek türden mutsuzluk ve heyecanlarıma ortak olmak istiyor bir nevi hamil olmaya çalışıyordu ve ben bunu görebiliyordum; o masadaki hüzün ve tutku sadece bize aitti, özeldi.  Biz ıssız iki ruhtuk.  Biz o akşam o saatte sadece bir arada olmalıydık.  Başka kimselerle değil.  … Ben bunu çok net görebiliyordum.  Birşeyleri kutlamamız gerekiyordu ve bunun için de doğru kişi olmalıydık birbirimiz için ..

Öyle mutluydum ki, orada onunla bu ambiansı yaşıyor olmaktan; en nefret ettiğim Sushi’yi yediğimi bile geç farkettim. Sonra da Uzak Doğulu aşçımızın yaptığı et tavuk ve balığı löp löp götürdüm. Öyle bir haldeydim ki, haldeydik ki; hem beyefendi hem de ben Bodrum Güneşi batıp yıldızlar tepemizde dansedecek kadar çoğalana kadar masada dertleşmediğimiz aşk, sevgi, terkediş olsun hastalık, ölüm, para kazanma hırsı, başarı ve OSHO da dahil olsun konuşmadığımız öfke ve nefretimiz kalmadı bu 5 saatte. Biliyor musunuz, bu 5 saatin sonunda “Kutlama” şarkısını dinleyerek masadan ve birbirimizden ayrıldık. Belki de sonsuza kadar ayrıldık… Zaten arkadaş değildik dediğim gibi, sadece uzaktan bir hayranlığın bu kadar faydalı olabileceğine onunla yaptığım bu 5 saatlik muhabbeti her zor anımda hatırlayıp her zor anımı bir “kutlama” şarkısıyla geçirebileceğimi ve kendimi avutup “Hadi Gizem, bu zor anı da atlatırsın çünkü sen o akşam tüm herşeye kırmızı şarap kaldırıp, kutlayan insansın… Her zaman bahar, gölgenin ve gecenin sonrası hep aydınlık ve sabah … diyebileceğim tatta bir akşam yemeğiydi.” Bunu daha önce yaşamamış gibiyim, aşık olduğum ve sevgilimle güzel yemek yemelerimiz oldu tabii ama böylesine sümüklü ve ağlamaklı böylesine dertleştiğim oldu mu bilemiyorum, olsa bile bu masadaki samimiyet yoktu; çünkü bu masada kaybedecek bir şeyim yoktu.; ben bendim o oydu; duygularımız çırılçıplaktı ve biz bizeydik. Kaybetmek yoktu, biz birbirimize ait değildik; sadece ruhlarımız bu 5 saat için beraberdi dert ortağıydı..

İsmi bende kalacak bu beyefendinin şu anda bu yazıyı okuduğunu da biliyorum..… Herşeye her daim veda eden yapayalnız adam benim dert ortağım; sana ben veda ediyorum bu sefer kendi köşemden… Kutlama sadece bir avuntu; ama bize yakıştı; yine de sağol, kutlayarak seninle tüm hüzünlerimiz ve o akşam yemeğinde dertleştiğimiz bütün üzüntülü müşterek acılarımızdan kurtulduk, arındık … Bir daha böyle bir yemeği bir başkasıyla yersen yine aynı avuntuyu karşındakine yap, her şeyi kutlayarak kurtar karşındakini … Ama şunu unutma herkes en az senin kadar yalnız ve bitkin; ama ayakta durmak zorunda “Go for it” demek zorunda … Seninle yediğimiz o yemek bana ilham kaynağı olacak hep, yarıda bıraktığım çoğu konu ve hüzünlerim için .. Hep kutlama yapıp seni anacağım ….

OSHO’yu çok sık okuyan bir kişi olarak; Yalnız insan yoktur, sadece tek başınalığı seçen insan vardır. Kişi, kendisiyle barışık olduğu müddetçe, her türlü zorluğu aşar. Stres ve huzursuzluk yaşamamız gerektiği kadar kısa hayatlarımız var …  Bir de bana “tehlikelisin sen” der, kadın avukatlardan hep korkmak gerekirmiş 🙂 Bi de güzelse kaçmak gerekirmiş hatta; zira tehlike çifte katlanıyormuş …

Yazın sonlarına geldiğimiz şu periyotta siz okuyucularıma önerim öyle bir deşarj olun ki, yeni sezon geldiğinde ki bizde adli tatil Eylül’de bitiyor; bomba gibi olun. Ben bomba gibiyim, yeni dönemde de sizlerle haftada bir köşemden her sene olduğu gibi hukuki meseleleri tartışacağım.. Yaz periyodunda en çok tapu ve sit alanlarına ilişkin yazdığım yazılarıma ilişkin sorularınız aldım, elimden geldiğince maillerinize cevap vermeye çalışıyorum … Yine yazışalım …

Tüm Kutlamalarımla,

Baki Selam

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Emlak Vergisine İtiraz !

Çok sevgili avukatınız tabii ki, emlak vergisine itiraz konusuna değinmeden edemez …

Ben de dahil biliyorsunuz ki çok sayıda vatandaş bu konudan bir hayli müzdarip..

Arazi, evinizin veya dükkânınızın değeri 4 yıl sonra yeniden belirlendi.  Bildiğiniz üzere, emlak vergisi her yıl, “yeniden değerleme oranın yarısı” kadar artıyor. Ancak emlak değeri 4 yılda bir belirleniyor ve emlak vergisi de bu ‘güncel değer’ üzerinden veriliyor. 2014-2015-2016 ve 2017 yılı emlak vergileri için baz teşkil eden emlak değerleri 2013 yılında belirlenmişti. Aradan dört yıl geçti. Şimdi 2018-2019-2020 ve 2021 yılı için az teşkil edecek emlak değerleri de Takdir Komisyonları tarafından belirlendi ve belediyelere teslim edildi. Yani herkesin, ister evi, ister arsası, ister dükkanı olsun bunların hepsinin değeri yeniden hesaplandı. 2018’de emlak vergisi de buna göre belirlenecektir.  Dolayısıyla da, Takdir Komisyonu’nun belirlediği yeni değerlere itirazınız varsa son günlere girmek üzereyiz, dava açmak için acele etmeniz şarttır …

Kanun koyucunun amacı verginin tahakkuk ettirildiği yılın başından önce vergi değerinin kesinleşmesini sağlamak olup, zaten 213 sayılı Kanun’un mükerrer 49. maddesinde de “Kesinleşen asgari ölçüde arsa ve arazi birim değerleri, ilgili belediyelerde ve muhtarlıklarda uygun bir yere asılmak suretiyle tarh (vergilendirme) ve tahakkukun yapıldığı yılın başından Mayıs ayı sonuna kadar ilan edilir” hükmü yer alıyor. Yani Belediyeler ve Muhtarlıklarda Ocak (Şubat) ayından Mayıs ayı sonuna kadar ilan edilen değerler kesinleşmiş değerlerdir.  Açtığınız davanın gerekçesine “213 sayılı Kanun’un mükerrer 49. maddesine göre Takdir Komisyonu tarafından belirlenen ve ….. adresindeki taşınmazımın metreke kare birim fiyatı gerçeği yansıtmamaktadır. Takdir Komisyonu’nun belirlediği birim fiyat yanlıştır (gerçeğinden fazladır). Birim fiyatın gerçek değerine düşürülmesini talep ederim” yazmanız yeterli olacaktır.

Takdir komisyonu kararları düzenleyici işlem niteliğinde olduğundan, bir taşınmazın bulunduğu cadde ve sokaklar için takdir edilen asgari arsa metrekare birim değerlerinin tespitine ilişkin takdir komisyonu kararı, mükelleflerden biri tarafından açılan dava sonucunda iptal veya kısmen iptal edilirse, bunun neticelerinden aynı Mahalle, cadde, sokak veya bölgede bulunan ve dava açmayan diğer tüm emlak vergisi mükellefleri de faydalanacaktır.

Ayrınıtlı Bilgi İstemeniz Halinde bana ulaşabilirsiniz.

Sevgilerimle,

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Hadi, Mavilerini Giyin De Çık Dışarı ! Aydınlık Geceye Yenilmedi Hiç ..

Sevgili okuyucularım,

Herkesin haleti ruhiyesine güzel gelebilecek bir Mevlana sözüyle sizlere iyi bayramlar dilerim

Mevlana diyor ki,

Üzülme! Dert etme can!

Görebiliyorsan,
Dokunabiliyorsan,
Nefes alabiliyorsan,
Yürüyebiliyorsan,
Ne mutlu sana!

Elinde olmayanları söyleme bana
Elinde olanlardan bahset can!…

Üzülme!
Geceler hep kimsesiz mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek mi?
Yitirdiğin her ne ise
Bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış
Bil ki Güzellikler de var bu hayatta
Gel git’lerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin?
“Hüzün olgunlaştırır”
“Kaybetmek sabrı öğretir”
Şimdilerde bol bol dua et
Hasat yakındır can!
Kaderini sev!
Varsa kederini de sev!
Üzülme hastalıklarına
Gör, hangi günahlarına kefaret olacak
Terk edildin diye de üzülme
Demek ki sevebilecek bir yüreğin var
Geçmişi unut, hiç yaşanmamış gibi davran
Buluttan nem kapma!
Döküver kirpiklerinden sonbaharı
Bir gün ama bir gün mutlu tebessümlerle kol kola gireceksin
Koklayacaksın yağmur sonrası toprakları
Yükleyeceksin ruhunu kelebek kanadına
Uçacaksın semalara sevdiklerinle can!
Kim demiş ebemkuşağı yedi renk?
Bakmakla görmek arasındaki farkı çözdüğünde
Anlayacaksın ne demek istediğimi can!
Sana tanınan süre üzülmeye değecek kadar uzun değil
Herkes gibi sende sonsuzluğa gün gelip kanat çırpacaksın
Hayatın telaşından insan pek farkında olmuyor ama
Kum saati alta doğru hızla akıp gidiyor
Henüz aşılmamış çok yolların var

Hiç mi güzellik yaşamadın?
Ufacık bir hatırımda mı yok yanında?
Hayatın ellerini bırakma! Küsme!
Hadi mavilerini giyin çık dışarı!
Denizle cilveleşen martılar gibi hayata kur yap!
Yitirdiğin güneş için sevda türküleri söylemeye devam et!
Ölümlüde olsa hayat, ölümsüz bakışlarla bak!
Kaçmakla kurtulamazsın ki;
Yalnızlıktan, hüzünlerden, hayattan
Ayakta kalman gerek, yaşaman gereken can!
Hayat senide içinde görmek istiyor
Hadi yaklaş!
Unutma ki

“Yapmadıklarının kazası yok!”
Ve yine unutma ki
“Aydınlık geceye hiçbir zaman yenik düşmedi” can!

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Kusursuzluk ve La Boheme

Bir terapist arkadaşımla, Boğaz’a nazır bir yerde kahvemizi yudumlarken; meşhur “keşke”lerimizden bahsetmeye başladık.  Hatasız kul olamayacağı gibi , “Keşke” siz insan da olamaz elbette.  Kimi insan, her yaptığından o kadar emindir ki, kendilerini dev aynasında görüp burunlarından kıl aldırmamaya mahkumdurlar. Aksi takdirde, yanmışlardır çünkü.  Kimileriyse çok hatalı geçmişlerini kabullenmişlerdir ancak bu hatalarının altında o kadar çok ezilmişlerdir ki, silkinip yerden kalkamadıkları içindir ki, hayatlarının geri kalanını ezik yaşamaya mahkumdurlar.  Peki nedir en iyisi?  “Keşke”siz bir hayat mı, çok “keşke”li bir hayat mı? Hani her şey gibi bunun da ortası makuldur diyen sesleri duyar gibiyim … Ancak bunu yapmak da kolay değildir, özellikle de hayatlarını en uçlarda yaşamaya alışmış olanlar için.  Bazı insanlar için sadece beyaz ve siyah vardır, “gri”ler yoktur asla da olmamıştır. Aslında ben de bu gruptaydım.  En azından 20li yaşlarımın sonuna kadar hiç “keşke”lerimin olmadığına dair kendi kendime yeminler ediyordum.  Ama 30lu yaşlarımdan sonra bu fikrim kendiliğinden değişti.  Ben mani olamadım bile …. Hem de bir değil bir sürü keşke.  Yastığa başınızı koyduğunuzda kulağınızda çınlayan, size kafayı yediren ve zamanı geriye getiremeyeceğinizi bildiğinizden sizi çaresiz bırakan keşkeler…

Peki nasıl başa çıkacağız biz bu öldüresiye “keşkeler”le bana söyler misiniz lütfen..

Bana sorarsanız eğer..

“Keske”lerle başa çıkabilmenin en güzel yönteminin seyahatler olduğunu bulmam neyse ki, geç olmadı.  Gerek iş gerekse keyfi gezilerimde hep kendi kendime “keşke” molaları verdim hala da veriyorum… Kendi kendime yüzleşmeye çalışıyor ve bu keşkelerim için kendime ufak ufak affetme molaları düzenliyorum.  Başarılı olup olmadığımı zaman gösterecek diyerek kendimi bir nevi avutuyor, yarınlara umutla bakmaya çalışıyorum.  Bu yöntemi siz de deneyin sevgili okurlarım..  Kendinizi hiç bir üzüntü için ve pişmanlıklarınız için asla içkiye ve sigaraya vermeyin … Kendinizi dinleyin ve affedin tüm pişmanlıklarınızı ve hatalarınızı , bırakın evrene defolup gitsinler …  Böylesi güzel en nihayetinde hayat bu, devam ediyor… Kafanızı ve düşüncelerinizi geride bıraktığınızda elinize hiç bir şey geçmez, sadece daha da çok zaman kaybetmiş olursunuz …

Türk Ceza Kanunu’nda bile etkin pişmanlık hükmü düzenlenmiştir,  bu düzenlemeye göre: “Yargılanan kişinin suç teşkil eden fiil hakkında yaptığı açıklamayı veya fiilin kimler tarafından işlendiğine dair bilgiyi hangi aşamada verdiğine göre ceza indirimi yapmaktadır. İşlenen suçun niteliğine ve vehametine göre indirim oranı belirlenmektedir. TCK, çoğu zaman etkin pişmanlık halinde uygulanacak indirimin en üst sınırını belirleyerek hakimin, TCK’nın belirlediği bu üst sınırı aşmamak kaydıyla cezada indirim yapmasını öngörmüştür. Örneğin, bir suç ile ilgili kanunda “yarısına kadar indirilir” ibaresi varsa, hakim olayın özelliğine göre yarısı kadar değil, örneğin 1/3 oranında indirim yapabilecektir. Yani, kanunun ceza indirimi için üst sınır belirlediği durumlarda hakim bu sınırı geçemeyecek, fakat sınırın altında indirim oranı uygulayabilecektir.”

Pişmanlık duyanı kanun bile affedip cezada gerekli indirimi düzenlerken; siz de kendinizi affedin hür bırakın.

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Arabuluculuğun Püf Noktaları

Arabuluculuğun temel prensipleriyle ilgili aldığım sayısız epostalara genel bir cevap olması amacıyla; sorulara genel hatlarıyla  şu şekilde cevap verebilirim …

Arabuluculuk, günümüzde dostane yollarla uyuşmazlık çözüm yöntemleri içinde en yaygın olarak bilinen ve uygulanan uyuşmazlık çözüm yöntemidir.

Süreç sonuçlanıncaya kadar arabuluculuk sürecinde taraflar, davadan farklı olarak herhangi bir harç yatırmak zorunda olmayıp, tebligat, bilirkişi, tanık ve keşif gibi giderler de ödemezler. Sadece, faaliyet süresine göre arabulucuya, Arabuluculuk Asgari Ücret Tarifesine uyarınca ücret ödenir. Ayrıca, özel bir toplantı yeri vs. gerekiyorsa, bu masrafların ödenmesi gerekir. Taraflar eğer avukatları ile bu sürece katılacaklarsa avukatlarına da ücret ödeyeceklerdir. Taraflar aksini kararlaştırmadılarsa, arabuluculuk sürecindeki tüm masraflar taraflarca eşit olarak ödenir.

Taraflar arabuluculuk sürecinin sonunda bir anlaşmaya varırlarsa bu anlaşmayı, asıl uyuşmazlık hakkındaki yetki ve görev kurallarına göre belirlenecek olan hukuk mahkemesine ibraz edip, icra edilebilirliğine ilişkin bir şerh verilmesini talep edebileceklerdir. Bu şerhi içeren anlaşma, ilâm niteliğinde belge sayılır.

Ayrıntılı bilgiye benim birkaç dönem evvel konuk olduğum Bloomberg Kanalındaki Şu Videodan ulaşabilirsiniz.

HTTPS://WWW.YOUTUBE.COM/WATCH?V=İJGİLUNSLX4&T=40S

Tüm Okuyucularıma güzel bir hafta dilerim …

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Nafilesizliğin Telaşı

Ne çok şey var şu hayatta zorladığımız, öyle değil mi?

Farketmeden havanda su dövdüğümüz, sonra da medet umduğumuz .. Sonrasında da olmayınca debelendiğimiz.

Balık baştan mı kokar? Sonradan mı kokar? Belki de hiç kokmaz. Belki de koku balıkta olmayacaktır.  Ümitlerimiz ve hayallerimize korku salmak yerine neden şöyle düşünmeyelim ki,  “belki de negatiflik, nafilelik balıkta değil de kendimizdedir? Öfke ve olumsuzluk belki atalarımızın geninden bize geçmiş; belki de bilinçaltımızın daha önceki olayları tetiklemesi sonucu tüm benliğimizi etkisi altına almıştır, olamaz mı?”

Ben Polyanna’yı taklit ettiğim çoğu zamanlara istinaden diyorum ki, eğer bir konuda emek varsa o zaman “nafilelik” diye birşey asla yoktur olmaz da … Varsa da benim şahsen gözüm görmez, algı meselesi. Allah insana akıl vermiş, istek, arzu, kudret vermiş ee bu insan da ebik değilse eğer, çabalayan takımından ise; olmazlığı göremez çünkü görmek istemez.   O yüzden ben ve benim gibi düşünenler için “nafilelik” asla olamaz .. Birşey için uğraşıyorsak o mutlaka olacaktır, bizim lehimize istediğimiz şekilde ..

Çok yakınımdaki bir insan, ilk romanım olan “Siyah Telaş’ı” nargile ve purosunu tüttüre tüttüre;   bunca işine ve yoğunluğuna rağmen birkaç günde bitiren, bana denizi sevdiren; beyaz gömleği ona çok yakıştırdığım huysuz mu huysuz ;ama bir o kadar da tatlı benim için çok özel olan bir şahsiyet; benden bir roman daha istediğini söyler de durur.  Ben yazmadığımda tıkanıyormuşum, tadım tuzum kalmıyormuş…  öyle diyor.   Dün ona dedim ki, “Tamam üzülme, “Beyaz Telaş” yolda ” .. Yazmaya başladım, hem de şu gördüğünüz güzellikte. Deniz kıyısında… Şu bungalov tarzı küçük tahta evde sanırım 10 saate yakın sadece oturdum ve denize alık alık bakarak iç geçirdim bir sürü ve sonra yazmaya koyuldum, tekrar başladım yazmaya…

Arkamdaki şu güzelliğe bakın, denizle kumun kesiştiği yere bakmayın hep ufuklara bakın.  Hayalleriniz olsun, bir de olmaz gibi gözüken şeyleri oldurabilecek kudretiniz …

… Umut dolu, sınırsız, sevgi dolu, aşk dolu yarınlarımız olsun …

Der ki Yunus Emre,

Ben yürürüm yane yane
Aşk boyadi beni kane
Ne âkilem ne divâne
Gel gör beni aşk neyledi

Gâh eserim yeller gibi
Gâh tozarim yollar gibi
Gâh akarim seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi

Akarsulayin çaglarim
Dertli cigerim daglarim
Şeyhim anuban aglarim
Gel gör beni aşk neyledi

Ya elim al kaldir beni
Ya vaslina erdir beni
Çok aglattin güldür beni
Gel gör beni aşk neyledi

Ben yürürüm ilden ile
Şeyh anarim dilden dile
Gurbette hâlim kim bile
Gel gör beni aşk neyledi

Mecnun oluban yürürüm
O yari düşte görürüm
Uyanip melûl olurum
Gel gör beni aşk neyledi

Miskin Yunus biçâreyim
Baştan ayaga yâreyim
Dost ilinden âvâreyim
Gel gör beni aşk neyledi

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Her Hikaye Bir Öfkeden Doğar

Bir arkadaşım, bana şöyle söylemişti “Her Hikaye bir öfkeden doğar…”

Madem ne doğru bir sözmüş bu..

Öfke varsa, hikaye de vardır.

Bir aya yakın bir süredir, köşeme el sürememiştim.  İçimden hiç bir şey gelmedi, yazamadım.  Yazabilme yetimi kaybetmiştim adeta…  İçim bir sıkkın, bir bıkkın … Tam dibe vurduğun noktada, zıplayıp havaya uçarsın ya hani, sevgi ister ilgi istersin .. işte öyle bir şey yaşadım ben de 2016’nın son günlerinde .. Şimdi yeniden “Güneş Toplamaya ” çalışıyorum kendim için …  Hepimizin hayatında kayıplar ve hüsranlar oluyor elbette … önemli olan kaybının az olması … Sevdiğin şeyleri kaybetmemen, sıkı sıkı tutabilmen ..

Ülkenin yaşadığı kaotik ortam ve işlenen cinayetler hepimizi geriyor, üzüyor. Dersimden tutun da, Danıştay Baskınına kadar, 12 Mart, 27 Mayıs olayları da dahil çok öfkenin olduğu ne kadar çok yerde ne kadar çok hikaye var… Hangi bir hikayeye girsen bir öfke, menfaat çatışması… Bastırılmaya çalışılan zıt hesaplaşmalar ve kutuplaşmaya hazır menfaatlere uydurulmaya çalışılan kılıflar.

“Yeni yıla nasıl girersen, tüm senen öyle geçer” derler ya; ben bu seneye dua ederek girdim.  Amerika’daydım.  Tüm sevdiklerimden uzak, tek başıma yılın son günü mütemadiyen  meditasyon yapıp dua ettim.  Hem umutlarım için hem de dünyada ve ülkemizde katliamlarım son bulması, masum insanların huzur ve barış ortamı içinde yaşayabilmeleri için …

Malumunuz Anayasa Değişikliği konusu görüşülüyor mecliste … Bu değişikliğe ilişkin kanun teklifinde düşünülen bazı maddeler şu şekildedir:

MADDE 11- 2709 sayılı Kanunun 116 ncı maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“H. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanı seçimlerinin yenilenmesi

MADDE 116- Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Bu halde Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır.

Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır.

Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha

aday olabilir. Seçimlerinin birlikte yenilenmesine karar verilen Meclisin ve Cumhurbaşkanının yetki ve görevleri, yeni Meclisin ve Cumhurbaşkanının göreve başlamasına kadar devam eder.

Bu şekilde seçilen Meclis ve Cumhurbaşkanının görev süreleri de beş yıldır.”

MADDE 12- 2709 sayılı Kanunun 119 uncu maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve kenar başlıkları metinden çıkarılmıştır.

“III. Olağanüstü hal yönetimi MADDE 119- Cumhurbaşkanı; savaş,

savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi, seferberlik, ayaklanma, vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma, ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması, anayasal düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin ortaya çıkması, şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması, tabiî afet veya tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması hallerinde yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir. Olağanüstü hal ilanı kararı verildiği gün Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur. Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ise derhal toplantıya çağırılır; Meclis gerekli gördüğü takdirde olağanüstü halin süresini kısaltabilir, uzatabilir veya olağanüstü hali kaldırabilir. Cumhurbaşkanının talebiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi her defasında dört ayı geçmemek üzere süreyi uzatabilir. Savaş hallerinde bu dört aylık süre aranmaz. Olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleri ile 15 inci maddedeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya geçici olarak durdurulacağı, hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği kanunla düzenlenir. Olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanı, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, 104 üncü maddenin onyedinci fıkrasının ikinci cümlesinde belirtilen sınırlamalara tabi olmaksızın Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Kanun hükmündeki bu kararnameler Resmî Gazetede yayımlanır, aynı gün Meclis onayına sunulur.

Savaş ve mücbir sebeplerle Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplanamaması hâli hariç olmak üzere; olağanüstü hal sırasında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri üç ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülür ve karara bağlanır. Aksi halde olağanüstü hallerde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kendiliğinden yürürlükten kalkar.”

MADDE 13- 2709 sayılı Kanunun 142 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Disiplin mahkemeleri dışında askeri mahkemeler kurulamaz. Ancak savaş halinde, asker kişilerin görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevli askeri mahkemeler kurulabilir.”

MADDE 14- 2709 sayılı Kanunun 159’uncu maddesinin başlığı ile birinci ve dokuzuncu fıkralarında yer alan “Yüksek” ibareleri madde metninden çıkarılmış; iki, üç, dört ve beşinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş; altıncı fıkrasında yer alan “asıl” ibaresi madde metninden çıkarılmış; dokuzuncu fıkrasında yer alan “kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere” ibaresi “kanun ve diğer mevzuata” şeklinde değiştirilmiştir.

“Hâkimler ve Savcılar Kurulu onüç üyeden oluşur; iki daire halinde çalışır.

Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir.

Kurulun, üç üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, bir üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından Cumhurbaşkanınca;

üç üyesi Yargıtay üyeleri, bir üyesi Danıştay üyeleri, üç üyesi nitelikleri kanunda belirtilen yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Türkiye Büyük Millet Meclisi

tarafından seçilir. Öğretim üyeleri ile avukatlar arasından seçilen üyelerden, en az birinin öğretim üyesi ve en az birinin de avukat olması zorunludur. Kurulun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilecek üyeliklerine ilişkin başvurular, Meclis Başkanlığına yapılır. Başkanlık, başvuruları Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona gönderir. Komisyon her bir üyelik için üç adayı, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla belirler. Birinci oylamada aday belirleme işleminin sonuçlandırılamaması halinde ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. Bu oylamada da aday belirlenemediği takdirde, her bir üyelik için en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile aday belirleme işlemi tamamlanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Komisyon tarafından belirlenen adaylar arasından, her bir üye için ayrı ayrı gizli oyla seçim yapar. Birinci oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu; bu oylamada seçimin sonuçlandırılamaması halinde, ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. İkinci oylamada da üye seçilemediği takdirde en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile üye seçimi tamamlanır.

Üyeler dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler bir kez daha seçilebilir. Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki otuz gün içinde yapılır. Seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden otuz gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır.”

Hadi hayırlısı diyelim … Öyle değil mi..

Türkiyenin özgürleşmesi ve zenginleşmesi aynı zamanda da terörün bitmesi hepimizin dileği…

Yeni yılın hepimize şans ve mutluluk getirmesi dileklerimle …

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Bilirkişi İncelemelesi Önemi ve Yazdan Kalma Güzel Bir Deniz Esintisi

Kasım ayının nefretini bıraktık çok şükür geride.  Hiç sevemediğim aydır “kasım” ayları…

Bu yeni de değil üstelik, yıllardır sevemedim şu, kimilerine göre “Tatlı Kasım” ayını ..

Mevsim soğur ; kazak süveter zamanı gelir, terlesen ayrı üşüsen ayrı, bir de tabii kışa hazırlık…

Sevemedim şu kışı da…

Tamam tamam kesiyorum burada.  Zira, enerjinin önemi büyüktür. Kışın bu soğuk günlerinde bol bol meditasyon yapın. Evrenden olumlu enerji isteyin ki, işiniz gücünüz rast gitsin.  Tabii “karma” da mühim bir felsefe.  Evrene nasıl enerji verirsen karşılığını da alırsın.  O yüzdendir ki, somurtkan ve depresif, her şeyle kavga eden insanların işlerinin rast gitmemesi…

Hadi bir ufkumuzu açalım… “Deniz, ufuk, güneş, dağ ve yaz …”

bilirk

Bu güzel manzara ve bizi yaz sıcaklığına, huzuruna götüren benim çektiğim bu güzel resim sonrasında …

Bilirkişilik müessesesine değinirsek …

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 266. Maddesinde Bilirkişiye başvurulması gereken halleri saymıştır, bunlar: “ Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. “ şeklinde açıklanmaktadır.

Maddede yer alan düzenlemeyle, hâkimin, genel hayat tecrübeleri uyarınca sahip olunması gereken bilgilerle çözümleyeceği konularla, hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan ko­nular hakkında, bilirkişiye başvuramayacağı; ancak, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlarda, bilirkişiden yararlanabileceği açıkça hüküm altına alınmıştır.

Teknik bilgi ile kastedilen fizik, kimya, matematik gibi, pozitif bilimlerin verilerini uygula­maya yeterli bilgidir. Yine, belirli bir işletme boyutunu aşan, genel nitelik kazanmış, yetkili kişi, kurum ve kurullarca tespit edilmiş olan teknik standartlar da, teknik bilgi kavramının kapsamı içerisinde yer alır.

Öte yandan, hukuk kurallarını re’sen araştırıp bulma ve olaya uygulama, zaten hâkimin işi­dir. Bu kural uyarınca, hukukî sorunların en yetkin bilirkişisi, hâkimin kendisidir. Sözü edilen kuralı öngören ve Kanunun 33’inci maddesinde yer alan “Hukukun uygulanması” başlıklı düzenleme de “ Hâkim, Türk hukukunu resen uygular ” hükmünde, hâkimin hukukî sorunlarda, bilirkişiye başvurmasının mümkün olamayacağının bir başka kanıtını teşkil etmektedir. Yine, anılan kurala paralel olarak, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 2’nci maddesi­nin birinci fıkrasında, hâkimin, Türk kanunlar ihtilâfı kurallarına göre, yetkili olan yabancı hukuku da re’sen uygulamakla ödevli olduğu hususu hükme bağlanmıştır. Hukuka uygun olarak hüküm verme işinin, münhasıran hâkimin işi olduğuna, Anayasanın 138’inci[3] maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde açıkça belirtilmiştir.  Kanunun 267. Maddesinde “ Mahkeme, bilirkişi olarak, yalnızca bir kişiyi görevlendirebilir. Ancak, gerekçesi açıkça gösterilmek suretiyle, tek sayıda, birden fazla kişiden oluşacak bir kurulun bilirkişi olarak görevlendirilmesi de mümkündür.”şeklindedir.

Bu maddede, yapılan düzenleme ile, bilirkişiye başvurulması gereken hâllerde, kural, hâkimin, yalnızca bir kişiyi, bilirkişi olarak atamasıdır. Ancak, açıklığa kavuşturulması gereken maddî vakıa birden fazla uzmanlık alanına ait bilgilerin bir araya getirilmesini ve birleştirilmesini zorunlu kılıyorsa, bu durumda, hâkim, bu hususa da açıkça işaret etmek suretiyle, karar alınmasını mümkün kılmak amacıyla, tek sayı oluşturacak şekilde, birden fazla bilirkişiyi, kurul hâlinde çalışmak üzere görevlendirebilecektir.

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog

Grinin Cazibesi Gizemi

Grinin gizemini duruşunu ve anlamını anladım da tadı damağımdan gitmiyor…

Siyah ve beyaz olarak gördüğüm şu hayatta aslında daha cazip bir renk olduğunu anladım, anlayabildim. O da “gri”nin taa kendisi… Mutlak “doğru ve yanlış ” diye bir şey yoktur, asla olmadı, olamazdı.  Hayat, duygular ve hisler müphemler üzerine.  Mühim olan senin bu müphemlik karşısında duruşun, oyunu iyi oynayabilmen.  Hayata karşı duruşun ..

Kesin kesin baktığımız şeye aslında bakış açımızı değiştirdiğimizde, düşündüğümüz şeyin ve bize yansıttığı algının aslında daha da başka, çok daha başka olabildiğini gördüm.  O yüzden değişim şart. Yıkımların çoğu değişim için şart.  Bu yıkımdan kasıt kayıplar değil elbette.  Sadece hiç bir şeyin garantisinin olmadığını bilmek bile içinde bulunduğunuz düşünce akımını az da olsa yaralıyor ve her neye sahipseniz ve hangi ruh duygu hali içindeyseniz değiştirebilmeyi sorguluyorsunuz … Sorgulayabildiğin ölçüde de yeniliklere açık olabiliyor, evrim geçirebiliyorsunuz.  Bence deneyin, iyi geliyor insan doğasına …  Körelmeye karşı durmak gerekiyor.  Sabit fikir, ısrar ve tutturukçuluğu bırakıp yeniliklere açmamız gerekiyor kendimizi ki, düşünce ve arzularımız da hür olabilsin… Haklılıktan ziyade mutlu olabilmeyi istiyor beyin kalp ve vücudumuzun her bir hücresi.. benliğimiz..benliğim.. hislerim .. sevgim ve nefretim..

gri-mri

Bir okurum bana “içtihat” sistemini sormuş.  Daha doğrusu Anglo Sakson Hukukuna dayanan ülkelerde (Common Law) ülkelerinde bilebileceğiniz üzere, içtihatlar ana yasal kaynaklar arasında olduğu halde ülkemizde, bu sadece tali nitelikte çünkü yasal mevzuatlarımız ön planda yer alıyor.

  • Bilmeyenler için, yargısal içtihatlar,  yerel veya yüksek mahkemelerin vermiş oldukları aynı yöndeki kararlar bütünüdür. Türkiye’nin de içinde bulunduğu Kara Avrupası hukuk sisteminde kural olarak içtihadı birleştirme kararları dışındaki mahkeme kararları bağlayıcı nitelikte değildir. Bir mahkeme belli bir konuda daha önce verdiği bir kararı, tekrar aynı konuda dava açılırsa tekrarlamak zorunda değildir. Yine bir mahkeme önündeki dava konusuna, benzer konularda verilmiş üst mahkemelerin kararlarını kural olarak örnek almak zorunda da değildir. İşte bu nedenle, Kara Avrupası sisteminde ve Türkiye’de mahkeme kararları hukukun asli kaynağı değildir. Yalnız ulusal yargı yerlerinin değil uluslararası yargı yerlerinin içtihatları da hukukun yardımcı kaynaklarındandır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yargısal organı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarından yalnız yargı organı değil, yasama organı da yararlanmalıdır. Böylece Türk Hukuku ile sözleşme hukuku arasında uyum sağlanır. Bu nedenle, bir kanun maddesinin uygulamada nasıl anlaşıldığını, nasıl yorumlandığını, yani ihtilafın çözümü konusunda kanun hükümlerinden ne şekilde yararlanıldığını belirleme açısından, her mahkeme daha önce verilmiş bulunan mahkemelerin kararlarını incelemekten geri kalmamalıdır. Özellikle, yüksek dereceli mahkemelerin kararları, ilk derecedeki mahkemeler için örnek teşkil eder ve böylece içtihat hukuku oluşur.

Saygılarımla,

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog