Yıldızlar Ve Mutluluğum

O gece o kadar çok yıldız vardı ki … Hiç isimlerini bile duymadığım yıldızları saymaya başlamıştı Tuncer .  Tuncer ben ve Tuncer’in Hakan isimli çocukluk arkadaşı denize kuş bakışı bir arsa üzerine inşa edilmiş bir dağ evinin avlusundaydık.  Balıklarımızı yemiş, rakılarımızı yudumluyorduk.  Tuncer seslendi “İşte orada Samanyolu, buradaki de Küçükayı ….” Ben şaşkın bir ifadeyle kafamı gökyüzüne bir kaldırdım ki, gökyüzü adeta parlıyordu daha önce böyle bir manzarayla hiç karşılaşmadığımdan şaşkınlıktan dehşete düşmüştüm.  Telefonumla resim çekmeye koyuldum hemen ancak, telefonun kamerası fazla yeterli olmadığından yıldızları görüntüleyemedim.  O anı Tuncer’in de deyimiyle “beynime kazımış oldum.”

Yıldızlar sanki biz baktıkça çoğalıyordu.  Yıldızlar sanki benim isimlerini ard arda sorup Tuncer’i bunaltmamı bekliyor, ben sordukça artıyorlardı.  Bir yandan da yabani hayvan sesleri üzerinde bulunduğumuz arazide yankı yapıyor, geceye daha da bir gizem ürperti katıyordu.

Bir tiyatro sanatçısı olan Tuncer’in tok ve egzotik sesi ve okuduğu Nazım Hikmet şiirleri geceye ahenk katıyor, bana ise ömrümün geri kalan yılları ve çevremdeki tatsız tutsuz insanlar arasında barınabilmem, hayata sıkı sıkıya tutunabilmem için huzur ve sabır veriyor tat katıyordu adeta.  Epeydir yüzümün gülmediğini farkettim, kimsenin sohbetinden zevk alamıyordum, canım istemiyordu kimseciklerin sohbetini, yapmacık dostluklarını.  Ev ile ofis arasında mekik dokuyor fırsat buldukça da kısa kısa seyahatlerle vaktimi dolduruyordum Ege tarafına.  ( Ben Ege’ciyimdir, İstanbul’da yaşamıyor olsaydım sanırım bir tekne satın alır ve Ege bölgesinde yaşardım … 🙂 )

Bu videoyu o an çekmiştim.  Ses tonumdaki şaşkınlık belirtisi yanında mutluluk ve sevincimi de duyabilirsiniz….

“İşte” diyordum, bu an çok uzun süredir söylemediğim bir sözcüğü ağzımdan döküvermişti “Ben çok mutluydum, mutluydum, mutluydum ….”

Amcamın ölümü, ailecek yaşadığımız hüzün ve hayatın gerçeği olan kan kanseri , babamdan bile yaşça küçük olan amcamı ansızın, vakitsiz, amansız çok çirkin ve acımasız bir şekilde kara toprak haline getirip bizleri kanser karşısında çaresiz bırakabiliyordu; hayattan soğutabiliyor, ailecek muhabbetimizi kesebiliyordu.  Beni ise, 2. romanımı bile yazamayacak kadar depresif hale getirebiliyordu…

Kanser gibi bir illet karşısında benimki gibi doktorlarla dolup taşan bir ailede bile derman bulunamıyordu.  Benden 2 sefer yapılan ilik nakli amcam Erkin’in ömrünü sadece birkaç ay uzatabilmiş ancak kendisine tamamen derman olamamıştı . Erkin’in ölüm haberi ailede herkesi çok üzmüş ancak beni bir o kadar  da yaralamıştı.   Erkin bana kırgın ölmüştü.  Onun ölümü beni bitirmişti, aile bağlarımızı da yaralamıştı …. Ama artık tüm bu olumsuz duygular, kendimi suçladığım duygular son bulmalıydı çünkü yıldızlar beni o gece yeniden diriltmeye ruhuma ışık vermeye gelmişti.

Bu küçük anda, sadece yıldızlar, Tuncer ve  ayaklarımızın altında dolanan       (Tuncerle “Arsiz” ismini verdiğimiz) kedimiz bir tek bunlar lazımdı beni ve bizi mutlu edebilmek, sönmüş ruhumuzu yeniden aydınlatabilmek için …O an sanki tüm o üzüntülerimi mutsuzluk ve orta yaş krizimi alt etmeye çalışırcasına baskın oluyordu, olabiliyordu….

Ben de o ana tutundum işte, o anı yaşadığımdan beri beni hiçbir şeyin ve kimsenin mutsuz etmesine izin vermeden yaşıyorum … Kimseye “eyvallah” demiyorum.  34 yaşımda olmama rağmen  belki de ömrümde ilk defa bu kadar çok egosentrik olabiliyor ve kendimce yaşıyorum; artık mutlu olmaya daha çok özen gösteriyor, kendimi olduğum gibi kabul edip kendimi her zamankinden daha çok sevmeye gayret ediyorum.  Beni değiştirmeye çalışanları hayatımdan def edebiliyorum.  Neden mi? Çünkü, hayat çok kısa ve başkaları için yaşamak için yeteri kadar cömert değil ve de değmez.  Zaman akıyor ve ne zaman öleceğimiz belli bile değil …. Daha kaliteli yaşayabilmek için hayattan edindiğim tecrübelerime istinaden, çevrenizdeki ömür törpüsü insanlardan ve sizin ömrünüzü törpüleyen insanlardan uzak durun !

Tuncer gibi insanlar çevremde çok olabilse, ayna görevi görse hastalıkmış, ölümmüş başka sorunlarmış hepsini alt etmek daha kolay olur, çünkü mühim olan “enerji”dir öyle değil mi?

İnsanlar arasındaki iletişimi diri tutan, tutabilen “kimya”dır ; ne aile bağları ne de görüşmek zorunda olduğunu bildiğin insanlarla ilişkilerindir; çünkü hepsi bir yerde tıkanıyor, mecburiyetler bir yere kadar mühim olan gönül sıcaklığı, hoş ve candan duygular. Gerekirse karşılıklı anırarak ağlayabilmek..  Benim Tuncer’in karşısında salya sümük ağlayabildiğim gibi … Kahkahalarım da cabası, duygu mozaiği .. Nice ölümlerde insanların gözünden bir damla yaş bile gelmediği hüzünlerini paylaşamadığı sevimsiz ve samimiyetsiz ortamlar olabiliyor bu ortamlar suni ortam … Hiç bir şeyini paylaşamazsın bu tarz insanlarla sadece eleştirirler ve moralini bozup kendi kendilerine mutlu olurlar … Bu tarz insanlarla aranıza mesafe koyun derhal .. Uzun ve sağlıklı yaşayabilmek için çevrenizde az ve öz insanlar bulundurun.  Yapmacıklıktan uzak durun, durabilin …

Karşındaki insanın seni olduğun gibi kabul etmesi, yargılamadan, severek, tutku ve aşkla sana bağlı kalabildiği ölçüde enerji alıyorsun ve ayakta durabiliyorsun … İşte “doğru insan doğru adam” lafı da bu noktada çıkıyor olsa gerek …..

Çalışmadığım ve mesai saatlerim dışındaki her anı, Tuncer’in de içinde yer aldığı bir arkadaş grubumla geçirebilirim.  Bir şartım var ama;  sadece yıldızları sayacağız ve Tuncer’cim bize o seksi sesiyle şiir okuyacak ney çalacak, Nazım Hikmeti ve sanatı konuşacağız; yaşlılık, hastalık, ölüm, keder bize hiç uğramayacak ve bizim gelecek hayallerimizi bozamayacak tüm elem, insanlar, huzursuzluk ve keder bizden uzak kalacak ….

Sevgili okuyucularım, söz veriyorum yazmayı hiç bırakmayacağım … Her hafta 1 hayata dair ve 1 hukuk alanında çalıştığım konularla ilgili blogumdan takip edebilirsiniz….

Özdemir Asaf diyor ki: “Adinin üstüne anilar koyma sen mezar degilsin; anilar adinin ardindan gelsin sen duvar degilsin …”

Sevgilerimle

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

 

[huge_it_share]