Kutlama !

Güneş batmak üzereydi, saat 19.30’u gösteriyordu. Uzakdoğu Restaurantındaki yemek randevuma yarım saat kadar geç kalmıştım; ama umrumda da değildi;zira büyük bir hevesle orada beklenildiğimi biliyordum. Beni bekleyen tanıdığın (tanıdık diyorum, çünkü arkadaş değiliz zira iş ilişkimiz olabilir, belki sırdaş olabiliriz; ama “arkadaş”kelimesi bizim için olamaz) yarım saat değil gerekirse 1 saat bile bekleyeceğini biliyordum inatla; ki bir mecburiyeti yok asla ve kata; yüksek egolu oluşu da ayrı bir durumdu; yine de bekleyecekti beni orada… Yanılmamıştım da, restaurantın içine girmeme ramak kalmıştı beni oturduğu yerden gördüğünü görebiliyordum öyle bir ayağa kalkışı vardı ki, beni öyle bir selamlayışı kucaklayışı vardı ki, gören senelerdir birbirini görmeyen dost ya da sevgili olduğumuzu düşünebilirdi ancak öyle değildi. Biz beyefendiyle sevgili de değildik, arkadaş da; sadece geçmiş yaşantılarımızda yaşadıklarımız, belki ortak hüzünlerimiz, sevinçlerimiz, ukdelerimiz belki de hüsranlarımız ya da birbirimize olan uzaktan hayranlığımızdı… Ama birşey vardı ve ben o şeyi haftalar sonra buldum “kutlama” o şey “kutlama” idi … Kutlamadan, kastımı da açıklayacağım …. Siz, Sezen Aksu’nun “Kutlama” şarkısını dinlediniz mi hiç ? Hemen dinleyin şimdi, sözlerine bakın bir … Kirazlar olmadan tez vakitte, asmanın sürgün veren dallarında … başımı omzuna yaslamaya hayata yeniden başlamaya …

Neyse, lafı uzatmadan yemek masasına geri döneyim. Bana gösterilen bu deli sevgi gösterisinden sonra, çantamı pat diye yanımda duran iskemleye bırakıp, bir haşimle sandalyeye kendimi bıraktığımı hatırlıyorum. “İşte buradayım. Geldim, en nihayetinde görüşebildik der gibiydim.” Yemek süresince kendimi kendimi dakikalarca anlatabileceğim, dertleşmeye aç olduğum konuları konuşabileceğim ve uzaktan da olsa tanıdığım ama aslında senelerdir tanıdığım adamla Muğla Güneşini, Bodrum Güneşini batırmak üzere orada bulunuyordum. Tamamen seviyeli, bir o kadar arkadaşça ve herkesten uzakta, ağlayabilirdim ağlamak istiyordum neyse ki restaurantta bizim dışımızda kimsecikler yoktu sadece birkaç garson vardı onların da önceden tembihli olduğu belliydi; sadece bize servis edecekler ve biz masadan ayrılana kadar orada bulunacaklardı. Bu durumun  tadını çıkarmalıydım, şımarık bir kadın gibi …. Açtım bir süredir buna.  Dinlenilmeye, dertleşmeye, şefkate ama şefkatin böylesine açtım.

Gözüme ilk ilişen tüm ihtişamıyla masada duran Merlot şarabıydı. Benim bunu içmem yasaktı, kırmızı şarap beni öldürmekten beter eder, migrenimi öyle bir azdırıyor ki size anlatamam . Ancak, hiç umrumda değildi…İyi ki vardı masada, iyi ki. Bana yardımcı olacaktı. O anı dibine kadar yaşamama, bu uzaktan hayranlığın dertleşebilecek bir atmosfere gelmesinden ötürü hem onun hem de benim bu masada kalacağından emin olduğumuz yakınlaşmamıza yardımcı olacağını bilerek yudumlarken, aslında orada olmaktan dolayı ne kadar mutlu olduğumu bir kere daha farkedecektim. Öyle de oldu. Şarabı yudum yudum içtikçe içimdeki hüzün, içimdeki mutsuzluk, daha önceden yaşadığım ayrılıklar, yalnızlıklarım ve bir o kadar da mutluluklarım dudaklarımdan dökülmeye başlamış, içimde yıllların birikimiyle tuttuğum tüm kin ve öfke nöbetlerini bu beyefendiye kusmaya başlamıştım. Beni o kadar iyi dinliyordu ki, bir vakit sonra o da şarabın etkisiyle kendinden bahsetmeye hüzünlerinden ayrılık ve nefretinden bahsetmeye başladıkça aslında kendisinde kendimi görmeye başladığımı farkettim. O da bende kendisini görüyordu emindim. Çünkü, acılarıma ve herkeste olabilecek türden mutsuzluk ve heyecanlarıma ortak olmak istiyor bir nevi hamil olmaya çalışıyordu ve ben bunu görebiliyordum; o masadaki hüzün ve tutku sadece bize aitti, özeldi.  Biz ıssız iki ruhtuk.  Biz o akşam o saatte sadece bir arada olmalıydık.  Başka kimselerle değil.  … Ben bunu çok net görebiliyordum.  Birşeyleri kutlamamız gerekiyordu ve bunun için de doğru kişi olmalıydık birbirimiz için ..

Öyle mutluydum ki, orada onunla bu ambiansı yaşıyor olmaktan; en nefret ettiğim Sushi’yi yediğimi bile geç farkettim. Sonra da Uzak Doğulu aşçımızın yaptığı et tavuk ve balığı löp löp götürdüm. Öyle bir haldeydim ki, haldeydik ki; hem beyefendi hem de ben Bodrum Güneşi batıp yıldızlar tepemizde dansedecek kadar çoğalana kadar masada dertleşmediğimiz aşk, sevgi, terkediş olsun hastalık, ölüm, para kazanma hırsı, başarı ve OSHO da dahil olsun konuşmadığımız öfke ve nefretimiz kalmadı bu 5 saatte. Biliyor musunuz, bu 5 saatin sonunda “Kutlama” şarkısını dinleyerek masadan ve birbirimizden ayrıldık. Belki de sonsuza kadar ayrıldık… Zaten arkadaş değildik dediğim gibi, sadece uzaktan bir hayranlığın bu kadar faydalı olabileceğine onunla yaptığım bu 5 saatlik muhabbeti her zor anımda hatırlayıp her zor anımı bir “kutlama” şarkısıyla geçirebileceğimi ve kendimi avutup “Hadi Gizem, bu zor anı da atlatırsın çünkü sen o akşam tüm herşeye kırmızı şarap kaldırıp, kutlayan insansın… Her zaman bahar, gölgenin ve gecenin sonrası hep aydınlık ve sabah … diyebileceğim tatta bir akşam yemeğiydi.” Bunu daha önce yaşamamış gibiyim, aşık olduğum ve sevgilimle güzel yemek yemelerimiz oldu tabii ama böylesine sümüklü ve ağlamaklı böylesine dertleştiğim oldu mu bilemiyorum, olsa bile bu masadaki samimiyet yoktu; çünkü bu masada kaybedecek bir şeyim yoktu.; ben bendim o oydu; duygularımız çırılçıplaktı ve biz bizeydik. Kaybetmek yoktu, biz birbirimize ait değildik; sadece ruhlarımız bu 5 saat için beraberdi dert ortağıydı..

İsmi bende kalacak bu beyefendinin şu anda bu yazıyı okuduğunu da biliyorum..… Herşeye her daim veda eden yapayalnız adam benim dert ortağım; sana ben veda ediyorum bu sefer kendi köşemden… Kutlama sadece bir avuntu; ama bize yakıştı; yine de sağol, kutlayarak seninle tüm hüzünlerimiz ve o akşam yemeğinde dertleştiğimiz bütün üzüntülü müşterek acılarımızdan kurtulduk, arındık … Bir daha böyle bir yemeği bir başkasıyla yersen yine aynı avuntuyu karşındakine yap, her şeyi kutlayarak kurtar karşındakini … Ama şunu unutma herkes en az senin kadar yalnız ve bitkin; ama ayakta durmak zorunda “Go for it” demek zorunda … Seninle yediğimiz o yemek bana ilham kaynağı olacak hep, yarıda bıraktığım çoğu konu ve hüzünlerim için .. Hep kutlama yapıp seni anacağım ….

OSHO’yu çok sık okuyan bir kişi olarak; Yalnız insan yoktur, sadece tek başınalığı seçen insan vardır. Kişi, kendisiyle barışık olduğu müddetçe, her türlü zorluğu aşar. Stres ve huzursuzluk yaşamamız gerektiği kadar kısa hayatlarımız var …  Bir de bana “tehlikelisin sen” der, kadın avukatlardan hep korkmak gerekirmiş 🙂 Bi de güzelse kaçmak gerekirmiş hatta; zira tehlike çifte katlanıyormuş …

Yazın sonlarına geldiğimiz şu periyotta siz okuyucularıma önerim öyle bir deşarj olun ki, yeni sezon geldiğinde ki bizde adli tatil Eylül’de bitiyor; bomba gibi olun. Ben bomba gibiyim, yeni dönemde de sizlerle haftada bir köşemden her sene olduğu gibi hukuki meseleleri tartışacağım.. Yaz periyodunda en çok tapu ve sit alanlarına ilişkin yazdığım yazılarıma ilişkin sorularınız aldım, elimden geldiğince maillerinize cevap vermeye çalışıyorum … Yine yazışalım …

Tüm Kutlamalarımla,

Baki Selam

Avukat / Arabulucu Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

gizem.tan@dgtanhukuk.com

twitter@avukatgizemtan

http://dgtanhukuk.com/blog