Sezen Aksu, “Nihayet” isimli parçasında diyor ki;
Uyandım bembeyaz bir sabahtı
Son yıllardaki en sert ayazdı
Sıcacıktın taze kahve tadında
Havalandı kalbim kuş kanadında
Oysa umut ne kadar azdı
Gündelikti, anlıktı, birazdı
Okşarken inatçı saçlarını
Hissettiğim kara kışta sarı yazdı
Nihayet, nihayet, nihayet
Diyar diyar gezdim geldim
Safiyeti sezdim geldim
Kendi ateşiyle yanan pervaneydim
Yalanımdan bezdim geldim …..
Zeki Müren de ” İşte benim Zeki Müren” isimli parçasında;
Kimsesizlerin kimsesiziyim kimsesizim
yalnızların yalnızıyım yalnızım
dertlilerin dertlisiyim dertliyim
aşıkların aşkıyım aşıkım
ismim mesut göbek adım bahtiyar
yıllarca hep böyle bildiniz siz
mesut bahtiyardan şarkılar dinlediniz”
İki parça arasındaki benzerliği bulunuz ?
Bence şu; ikisinde de zarifçe dışarıya çaktırılan bir hüzün ve yalnızlık var. İki şarkıda da hüzün ve umutsuzluk bağıra bağıra anlatılmıyor asla. İlk parçada “zaten mutsuzum, umutsuzum ancak daha fazla direnemiyorum; nihayet seni buldum da ayazım, kışım yaza döndü” denilmeye çalışılıyor; aslında tamamen avuntu var bence. İkinci şarkı da ise, hatırlarsanız Allah rahmet eylesin Zeki Müren’in de hem ekrandaki görüntüsü hem de radyo ve teypten gelen sesi her zaman şen, şakrak ve hüünden çok uzaktı. Yanılıyor muyum, bilmiyorum. O zaman daha ben çocuktum; ama en azından hafızamda bu şekilde kalmış. “Aslında çok yalnızım ve mutsuzum” diyor. Kendisini şarkıyla kişiselleştirmiş, “mesut bahtiyar sadece görünen Zeki Müren’dir”, diyor.
Bu iki parçanın diğer benzer yönüyse; ikisinin de hayat kokuyor olduğudur bence. İnandığım bir şey var ki, dünyada en mutlu olduğunu söyleyen bir insan bile; tüm hüzünlerini, korkularını, yalnızlığını ve umutsuzluklarını gizleyebildiği ölçüde, kulak arkasına atabildiği ölçüde mutludur. Mutluluk ancak böyle mümkün olabilir.
Arabuluculukla yani uzalşmayla giderilen tüm çözümler de aynen böyle işte…. Kazan-kazan ilkesi de aynı hayat gibi.. Tüm isteklerini karşı taraftan alamayacağını ya da karşı tarafa yaptıramayacağını anlayan taraflar; hüzünlerini ve mutsuzluklarını alabildikleriyle örtbas edebildikleri ölçüde mutlu oluyorlar ve beynen kendilerini buna kanalize ediyorlar. Çünkü bunun ikamesi olan mahkeme süresince 50% kaybetme ihtimalini göze aldıklarında daha da yıkılıyorlar, ya da bunu düşünmek bile istemiyorlar. Zaman kaybı da cabası… Tabii bunu böyle düşünmeyen insanlar da olabilir. Ama çoğu insan en azından artık böyle düşündüğü için, arabuluculuk en nihayetinde insanların hukuk uyuşmazlıklarında başvurulması mutlaka gereken çözüm süreci olarak kendisini kabul ettirebildi…
İlk romanım “Siyah Telaş”‘ın okuyucular tarafından sevilip, ilgiyle okunması bana şevk verdi. (Almayanlar ve henüz okumamış olanlar, tüm kitapçılardan temin edebilirler.) Bir sonraki kitabımı yazmaya başladım ben de hemen. Bu sefer ki, Arabuluculuk’la ilgili olacak… Piyasaya sürümü, önümüzdeki seneyi bulur.. Gelişmelerden haberdar ederim sizi, sevgili ve değerli okuyucalarımı…
Saygılarımla,
Avukat / Arabulucu Gizem Tan
gizem.tan@dgtanhukuk.com
www.dgtanhukuk.com
twitter@avukatgizemtan
http://dgtanhukuk.com/blog