Ecrimisil Davaları Hakkında

Merhabalar,

Uzun bir aradan sonra, sessizliğimizi “ecrimisil davaları” ile bozmaya karar verdim.  Peki, nedir “ecrimisil”?  Ecrimisil, taşınmaz malı kullanma konusunda hak sahibi olan kişinin rızası veya herhangi bir hukuka uygunluk sebebi olmaksızın hakka konu taşınmazın üçüncü bir kişi tarafından kullanılması karşılığında talep edilebilen haksız işgal tazminatı olarak tanımlanabilir.  Özel hukuk mevzuatında ecrimisile ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır ve bu kavram, Yargıtay içtihatları çerçevesinde şekillenmektedir.  Yargıtay’ın istikrar kazanan kararlarında, ecrimisilin hukuki niteliğinin haksız fiil kaynaklı tazminat olarak nitelendirilen özel bir zarar giderim biçimi olduğu ve ecrimisil taleplerinin de kötü niyetli haksız zilyedin iade yükümlülüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği yönünde türlü kararlar bulunmaktadır.

Yargıtay’a göre, ecrimisilin talep edilebilmesi için iki şartın gerçekleşmesi gerekir. Bunlardan birincisi, hak sahibinin zilyetliğinde olan taşınmaz üzerinde haksız işgali gerçekleştiren kişinin kötü niyetli olması; ikincisi ise haksız işgal sonucu hak sahibinin zarara uğramış olmasıdır. Haksız işgalden bahsedebilmek için eylemin hak sahibinin rızası olmaksızın veya başka herhangi bir hukuka uygunluk hali bulunmaksızın gerçekleşmesi gerekir. Hak sahibinin rızası baştan itibaren bulunmuyor olabileceği gibi başta gösterilen rızanın geri alınması veya gösterilen rızanın sınırlarının aşılmış olması da söz konusu olabilir.

Haksız işgali gerçekleştiren kişinin kötü niyetli olmasından anlaşılması gereken ise, kişinin zilyetliğin kendisinde bulunmasının haksız olduğunu bilmesi veya bilebilecek durumda olmasıdır. Haksız işgali gerçekleştiren kötü niyetli zilyet daha sonradan iyi niyetli zilyet sıfatına sahip olabileceği gibi iyi niyetli zilyedin daha sonradan kötü niyetli zilyet sıfatına sahip olarak haksız işgale sebebiyet vermesi de söz konusu olabilir.

Yargıtay kararlarında, 5 yıllık zamanaşımı süresinin ecrimisil davasının açıldığı tarihten geriye doğru hesaplama yapılarak uygulanması gerektiğini ifade etmektedir. Bu sebeple zarar görenin haksız işgali ve haksız işgali gerçekleştiren kötü niyetli zilyedi öğrendiği tarih dikkate alınmamakta, yalnızca  ecrimisil davasının açıldığı tarihten geriye doğru 5 yıllık süre içerisinde gerçekleştirilen haksız işgale ilişkin ecrimisile hükmedilebilmektedir.

Son olarak da ecrimisil davlarında görevli mahkeme, “asliye hukuk mahkemeleri”dir.

Sorularınızı Bekliyorum

Saygılarımla,

Av Gizem Tan

 

Adli Tatilde Devam Eden Davalar

Merhabalar Sevgili Okuyucularım,

Hepinizin bildiği gibi  adli tatil, her yıl 20 Temmuz’da başlar ve  31 Ağustos’ta sona erer. Yeni adli yıl 1 Eylül’de başlar. Peki bu süreçte hangi davalar devam eder?

Adli tatilde mahkeme süreçleri nöbetçi mahkemeler ile devam eder. Ayrıca adli tatilde devam eden davalar da kanunlarla belirlenmiştir. İşte o davalar;

1- İhtiyati tedbir, ihtiyati haciz ve delillerin tespiti gibi geçici hukuki koruma, deniz raporlarının alınması ve dispeçci atanması talepleri ile bunlara karşı yapılacak itirazlar ve diğer başvurular hakkında karar verilmesi,

2- Her çeşit nafaka davaları ile soybağı, Velayet ve vesayete ilişkin dava ya da işleri,

3- Nüfus kayıtlarının düzeltilmesi işleri ve davaları,

4- Hizmet akdi veya iş sözleşmesi sebebiyle işçilerin açtıkları davalar.

5- Ticari defterlerin kaybından dolayı kayıp belgesi verilmesi talepleri ile kıymetli evrakın kaybından doğan iptal işleri,

6- İflas ve konkordato ile sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma suretiyle yeniden yapılandırılmasına ilişkin işler ve davalar,

7- Adli tatilde yapılmasına karar verilen keşifler,

8- Tahkim hükümlerine göre, mahkemenin görev alanına giren dava ve işler,

9- Çekişmesiz yargı işleri.

10- Kanunlarda ivedi olduğu belirtilen veya taraflardan birinin talebi üzerine, mahkemece ivedi görülmesine karar verilen dava ve işler,

Adli tatilde, bu işlemlerin dışında kalan dava ve işlerle ilgili olarak verilen dava, karşı dava, istinaf ve temyiz dilekçeleri ile bunlara karşı verilen cevap dilekçelerinin ve dosyası işlemden kaldırılan davaları yenileme dilekçelerinin alınması, ilam verilmesi, her türlü tebligat, dosyanın başka bir mahkemeye, bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya gönderilmesi işlemleri de yapılır. Bu madde hükümleri, bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtay incelemelerinde de uygulanır. Tarafların anlaşması hâlinde veya dava bir tarafın yokluğunda görülmekte ise hazır olan tarafın talebi üzerine, yukarıdaki iş ve davalara bakılması, adli tatilden sonraya bırakılabilir.

Saygılarımla,

Sorularınızı Bekliyorum

Av Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

Depremde Oluşan Zararlardan Devletin Sorumluluğu

Sevgili Okuyucularım,

Bir önceki yazımda depremlerde müteahhidin cezai sorumluluuna değinmiştim.  Bu yazımda ise idarenin yani devletin sorumluluğuna değineceğim.

Depremde oluşan zararlardan devletin sorumluluğunun doğup doğmayacağı, somut durumun özelliklerine göre değişiklik gösterir. Devletin sorumluluğu, depreme ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmemesi ve depreme ilişkin gerekli önlemleri almaması hallerinde ortaya çıkacaktır. Yani devlet, depreme ilişkin vazifelerini yerine getirmeyip gerekli önlemleri almaz ise ve bu nedenle deprem sonrasında zarar ortaya çıkarsa bu zararlardan sorumlu tutulacaktır.

Devlet, depremden etkilenecek binaların tespitini yaparak boşaltılmasını, binaların inşasında depreme dayanıklı inşa edilmesini, hasarlı ve dayanıksız binaların yıkılmasını sağlamalıdır. Ayrıca mevcut fay hatları üzerine bina inşa edilmesine engel olmalıdır. Vatandaşları bilgilendirmek için eğitimler düzenlemelidir.  Bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde devletin hizmet kusuru gündeme gelir. Bu durumda, depremde oluşan zararlardan devletin sorumluluğu ortaya çıkar ve devlet, hizmet kusurunun sebep olduğu zararları gidermekle yükümlüdür.

Devletin gerçekleştirdiği kamu hizmetinin kötü işlemesi, hizmetin zamanında yapılmaması veya kamu hizmetinin hiç yapılmaması durumlarında oluşan duruma devletin hizmet kusuru denir. Devlet, hizmet kusuru nedeniyle sebep olduğu zararları gidermekle, tazmin etmekle yükümlüdür. Devlet tarafından yapılan hizmet kusuru nedeniyle kişiler, maddi veya manevi olarak zarara uğrayabilirler. Bu durumda idarenin hizmet kusurundan doğan sorumluluğu söz konusu olur. Bu sorumluluğa başvurmanın neticesinde, zarara uğrayan kişiler tam yargı davası açarak, hizmet kusuru nedeniyle oluşan zararların tazmin edilmesini talep edebilirler. Deprem durumunda idarenin hizmet kusurlarına örnek olarak, deprem kuşağında yer alan bölgede yürütülen faaliyetlerde idarenin depreme karşı hazırlıklı olmaması, bu bölgelerde yapılan binaların denetim ve kontrollerinin eksik yapılması verilebilir. Ancak depremlerde, tek sorumlunun idare olduğunu söylemek doğru olmaz. Binayı yapan inşaat firması, binanın müteahhidi gibi binanın yapılması aşamasında yükümlülüklerini yerine getirmeyen diğer ilgililerin de deprem nedeniyle oluşan zararlardan sorumlu tutulması olasıdır.,

Deprem sebebiyle oluşan zararlardan devletin sorumluluğunun doğabilmesi için gerekli şart, devletin depreme ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmemiş olmasıdır. Devletin, deprem meydana gelmesi halinde muhtemel zararları en aza indirmek için çeşitli yükümlülükleri vardır. Yükümlülükler yalnızca deprem öncesi ile ilgili değildir. İdarenin deprem sonrasında da çeşitli yükümlülükleri mevcuttur. İdarenin depreme ilişkin yükümlülüklerinden bazıları şu şekildedir:

  • Yerleşme yerlerindeki yapıların yapı ruhsatının alınarak, 3194 Sayılı İmar Kanununa uygun yapılmasının sağlanması,
  • İdarece Kanun ve Yönetmeliklere aykırı bir yapılaşmanın tespit edilmesi halinde bu inşaatın gecikmeksizin durdurulması,
  • Deprem bölgelerinde yapılacak binaların 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanunun dikkate alınması,
  • Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik uyarınca, bu bölgelerde yapılacak binaların depreme dayanıklı olarak tasarlanmasının sağlanması
  • Belediye, mülki idare amirleri ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın mevzuat düzenlemelerine aykırı bina yapılıp yapılmadığına ilişkin denetleme yapması,
  • Depremin meydana gelmesinin ardından gecikmeksizin kurtarma çalışmalarına başlanılması, yaralanmış olanların tadavi edilmesi, yangın meydana geldiyse buna ilişin söndürme çalışmalarına başlanılması,
  • Depremin vuku bulmasından sonra Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmelik hükümlerine uygun davranılması,

Devletin depreme ilişkin olan yükümlülükleri yukarıda sayılanlar ile sınırlı değildir. Kanun ve Yönetmeliklerde yer alan başka birçok yükümlülük düzenlemesi mevcuttur. Devlete karşı tazminat yani tam yargı davaları açılır.

Devlet, yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle zarar oluşmasına sebep olduğu takdirde, oluşan bu zararlardan sorumlu olacaktır. Ancak bazı hallerde bu sorumluluğun azalması veya ortadan kalkması söz konusu olabilir. Sorumluluğu azaltan ve ortadan kaldıran durumlar şu şekilde gösterilebilir:

  • Zararın oluşmasına sebep olan olayın mücbir sebep olması
  • Beklenmeyen bir durum nedeniyle zarar meydana gelmesi
  • Zararın meydana gelmesinde, zarar gören veya üçüncü kişinin davranışının etkili olmaması

Zararın oluşmasına sebep olan olayda; idarenin eylemi dışında gelişen bir nedenden olması, önceden tahmin edilmesinin imkansız olması, gerçekleşmesine engel olmanın mümkün olmaması durumları mevcut ise mücbir sebep söz konusudur. Bu durumların hepsinin aynı anda mevcut olması halinde devletin sorumluluğu ortadan kalkar.

Depremin gerçekleşme ihtimalinin yüksek olduğu bölgelerde, devletin yükümlülüklerini yerine getirmeyerek buna ilişkin tedbir almaması depremin mücbir sebep ve beklenemeyen durum olma halini ortadan kaldırır. Bu durumda idarenin sorumluluğu azalmaz veya sona ermez.

Deprem sonucunda zarar görmüş kişinin veya üçüncü kişinin davranışları, zararın ortaya çıkmasına veya zararın etkilerinin artmasına sebep olmuşsa idarenin sorumluluğunun durumun koşullarına göre tamamen ortadan kalkması veya azalması söz konusu olabilir.  Örneğin, bina sahibinin yapı tadilat izni almadan yaptığı bölümlerin, depremde hasar görmesi sonucu binada yaşayan kişilerin eşyalarının zarara uğraması halinde, ortaya çıkan zararlardan idare değil, bina sahibi sorumlu olacaktır.

Devletin sorumluluğu değerlendirilirken depremin şiddeti de değerlendirmeye alınacaktır. Çok şiddetli bir depremde devlet, tüm yükümlülüklerine uysaydı dahi aynı sonuç doğacaktı denilebiliyorsa devletin sorumluluğu doğmaz. Ancak bunun tespiti çok zordur. Deprem çok şiddetli olsa ve zarar büyük olsa, devlet yükümlülüklerine uygun davransaydı zarar daha az olabilirdi denilebiliyorsa yine sorumluluk gündeme gelir.

Deprem nedeniyle zarara uğranılması halinde, zarar gören kişi tarafından açılması gereken dava,  yukarıda da belirttiğimiz gibi tam yargı davasıdır. 2557 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu madde 13’te belirtildiği üzere, tam yargı davasının açılma sebebi idari eylemler olduğundan dava açmadan önce eylemi gerçekleştiren devlete başvurmak zorunludur. Devletin depreme ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmemesi olumsuz eylem olarak kabul edilir. Bu nedenle deprem nedeniyle zarara uğranılması halinde öncelikle, yükümlülüklerini yerine getirmemiş olan idari merciye başvurarak, zararın giderilmesi talep edilir.

Deprem sebebiyle zarara uğranılması halinde, zarar gören kişi tarafından açılması gereken dava, tam yargı davasıdır. 2557 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu madde 13’te belirtildiği üzere, tam yargı davasının açılma sebebi idari eylemler olduğundan dava açmadan önce eylemi gerçekleştiren idareye başvurmak zorunludur. Devletin depreme ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmemesi olumsuz eylem olarak kabul edilir. Bu nedenle deprem nedeniyle zarara uğranılması halinde öncelikle, yükümlülüklerini yerine getirmemiş olan idari merciye başvurarak, zararın giderilmesi talep edilir. Yetkili mahkemeye ilişkin düzenlemeye göre de, yükümlülüklerini yerine getirmeyerek zararın oluşmasına sebebiyet veren idari merciin bulunduğu yer mahkemesi yetkili olur.

Deprem nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi amacıyla açılan tam yargı davası kabul edilebilir veya reddedilebilir.Davanın kabul edilmesi halinde, kişinin devletin eylemi nedeniyle zarara uğradığı kesinleşmiş olur. Kabul kararıyla birlikte, zararının ne şekilde giderileceği de ayrıntılı bir şekilde belirtilir. Davanın reddedilmesi halinde, kişi zarara uğramış olsa bile bu zararın idarenin eylemi nedeniyle oluşmadığı kesinleşmiş olur. Mahkeme tarafından verilen red kararı kesindir, aynı zarar sebep gösterilerek tekrar dava açılması mümkün değildir. İdare mahkemesi tarafından verilen red veya kabul kararına karşı istinaf ve temyiz kanun yoluna başvurmak mümkündür. İstinaf incelemeleri Bölge İdare Mahkemeleri, temyiz incelemeleri de Danıştay tarafından gerçekleştirilir.

Sorularınızı bekliyorum.

Saygılarımla

Av Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

 

Depremlerde Müteahhidin Cezai Sorumluluğu nedir?

Sevgili Okuyucularım,

Merkez Kahramanmaraş olan ve 10 ili etkileyen binlerce vatandaşın ölümüne ve yaralanmasına sebep olan 6 şubat depreminden sonra akıllara yine şu sorular gelmekte:

Müteahhitler malzemelerden mi çaldılar ? Yapı denetim firmaları yapıları denetlemediler mi ? Beton firmaları mevzuata uygun beton kullanmadılar mı ? Zemin etüdü usulsüz mü yapıldı?

Bu yazımda; Müteahhidin sorumluluğuna değineceğim.  Buna göre, müteahhidin eksik malzeme kullanması sonucu taksirleadam öldürme suçunu meydana getirecektir.

Taksirin tanımı TCK 22/2’de yapılmıştır: Buna göre,

‘Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.’ şeklinde açıkça tanımlanmıştır.

Eksik malzeme kullanan müteahhit, kaçındığı malzemenin binanın yıkımına yol açacağını bilmiyor veya öngöremiyorsa, ancak yine de bina yıkılmış ve netice gerçekleşmişe taksirle öldürme suçu oluşur. Bunun yanında, ayıplı inşaat yapan müteahhidin, işin uzmanı olduğu düşünüldüğünde, temelde, kolonlarda az demir kullanması, düşük kalite çimento kullanması durumunda binanın yıkılacağını bilmemesi düşünülemez. Bu nedenle, bilinçli taksirle öldürme suçu veya olası kast ile öldürme suçunun tartışılması gerekir.

Yapının yapıldığı tarihteki mevzuat da bir bu kadar önemlidir. 20 sene önce yapılmış yapıda günümüz teknolojisinin şartları aranamaz. Yapının yapıldığı döneme bakılmalı, o dönem aranan kriterleri sağlayıp sağlamadığı hakkında belediye ve ilgili kurumlardan belgeler getirilmeli, inşaat ve fen bilirkişileri seçilerek, enkaz üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmalı, mümkünse numune alınmalıdır. Bölgenin afet bölgesi olup olmadığı uygulanacak mevzuatı etkilediğinden bu konu araştırılmalıdır. Bilirkişiler gelen belgeler, numuneler ve raporlardan rapor oluştururlar.

Yapının dönem itibariyle gerekli şartları sağlamadığı hallerde, malzemeden kısıldığı, yeterli sayıda demir kullanılmadığı, temelin olması gerektiği gibi yapılmadığı, nitelikli malzeme kullanılmadığı anlaşılıyor ise bu durumda müteahhit, taksirle öldürme suçundan sorumlu tutulabilir.

Taksirle öldürme suçu TCK 85 maddesinde düzenlenmiştir, buna göre bir kişi öldüyse asliye ceza mahkemesi görevlidir. Ancak, birden fazla insan ölmüşse veya ölenlerle beraber birden fazla kişi yaralanmışsa Ağır Ceza Mahkemesi yargılamada görevli olacaktır.

Taksirle öldürme suçunu düzenleyen Madde 85’e göre : (1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Şeklinde olup zamanaşımı hesaplanırken en üst sınır olan 15 yıl esas alınacaktır.

TCK 66.maddesi ‘Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,’ zamanaşımı süresi olduğun belirtir.

Zamanaşımı ne zamandan itibaren işleyecektir, peki? Suçun oluştuğu tarihten itibaren zamanaşımı işleyecektir. Depremde kişinin vefat etmesi durumunda bu tarih esas alınarak hesaplama yapılacaktır.

Bir sonraki yazımda belediye imar müdürü ve ilgili memurların sorumluluğu ile inşaat ve jeoloji mühendisinin sorumluluklarına değineceğim.

Saygılarımla,

Av Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

instagram. avukatgizemtan_dgtanhukuk

 

İhya Davası Nedir? Ne zaman açılabilir?

Sevgili Okuyucularım Merhaba,
Alacağınızı tahsil edemeden borçlu şirket ticaret sicilinden mi silinmiş? Ne yapmalısınız şu halde?
Şirket ihya davası, tamamlanmamış tasfiyelerin tamamlanmasını sağlayan bir müessesedir. Şirketin tüzel kişiliği ticaret sicilinden terkin edilmesi ile sona erer. Tüzel kişiliğin sona ermesi için de, tasfiye işlemlerinin eksiksiz tamamlanması gerekir.
Tasfiye işlemleri gerektiği gibi tamamlanmamış ve tasfiyesi gereken hususlar eksik bırakılmışsa, tüzel kişilik ticaret sicilinden terkin edilmiş olsa dahi, şirketinin ihyası sağlanarak, tüzel kişiliğin davalara taraf edilmesi mümkündür.
Tasfiye süreci; ya tasfiye memuru atanarak, ya da şirket ana sözleşmesinde düzenleme var ise şirket ortaklarınca yerine getirilebilir. Bu sebeple tüzel kişiliği sona ermiş şirketin hak ehliyetinin ve bu kapsamda davada taraf ehliyetinin varlığından söz edilemez. “Feshedilmekle tüzel kişiliği sona eren şirketin, medeni haklardan yararlanma ve bu hakları kullanma ehliyeti de son bulacağından, münfesih tüzel kişiliğin, gerek yargıda gerekse diğer resmi merciler önünde temsil edilebileceğinden bahsetmek olanaklı değildir. Dolayısıyla, tasfiyesi tamamlanıp ticaret sicilinden silinmek suretiyle hukuk alemindeki varlığı sona eren münfesih şirketin takibin tarafı olma ehliyeti de bulunmamaktadır. Ticaret sicilinden terkin edilmiş şirket hakkında takip işlemlerine başlanması ve yürütülmesi, tasfiye memuru ile ticaret sicile yöneltilecek dava sonucunda tüzel kişiliğin yeniden ihyası ile mümkündür. Taraf ehliyeti kamu düzeni ile ilgili olup hakimin bu hususu resen de göz önünde bulundurması zorunludur”.( 12. Hukuk Dairesi 2015/6656 E. , 2015/15822 K.)

Ticaret sicilinden terkin edilmekle tüzel kişiliği sona ermiş ve hukuk aleminden silinmiş olan şirketin, haklara sahip olması, borçlu kılınması ve temsilinin hukuken olanaklı olmadığı, bunun sonucu olarak, münfesih şirket adına tüzel kişiliğin sona ermesinden önceki dönemlerle ilgili olsa dahi, hukuki işlem tesis edilemeyeceği, tesis edilen işlemlerin hukuki sonuç doğurmayacağı, hukuki sonuç doğurmayan; diğer bir ifadeyle hukuk düzeninde sübut etmesi mümkün olmayan işlemlerin, herhangi bir kişinin menfaatini ihlal etmesinin de söz konusu olamayacağı hususları dikkate alındığında, tüzel kişiliği sona eren şirketin medeni haklardan yararlanma ve bu hakları kullanabilme ehliyeti son bulacağından, yargı mercileri nezdinde temsil edilmesi ve yargılamaya taraf olması mümkün değildir.

Sicilden terkin edilmesi nedeniyle tüzel kişiliği sona eren şirket adına ya da aleyhine icra takibi başlatılabilmesi için, ihya davası açılarak şirketin ihyasına karar verilmesi gereklidir. İhya kararı neticesinde taraf teşkili sağlanmış olacağından şirket alacaklı ya da borçlu sıfatına sahip olabilecektir.

6102 Sayılı TTK`nun geçici 7. maddesi uyarınca sicilden terkin edilen şirketin aynı maddenin 15. bendine göre ihyası mümkündür. Geçici 7. madde sicilden terkinin resen Ticaret Sicil Müdürlüğü tarafından yapılmış olması halini düzenlemektedir.

Resen terkinin söz konusu olduğu hallerde ihya davasının tabi olduğu zamanaşımı süresi 5 yıldır. Bu süre zarfında terkin işleminin geçici 7. maddede belirlenmiş usul ve esaslara aykırı olarak gerçekleştirildiği tespit edilirse Asliye Ticaret Mahkemesi’nde terkin işlemini yapan ticaret sicil müdürlüğü davalı gösterilerek ihya davası açılabilmektedir.

Geçici 7. maddede belirlenmiş usulü açıklamakta fayda vardır. Ticaret sicil müdürlüğü, şirketin ticaret sicilinden terkin edileceğinin ihtarını içeren tebligatı şirket merkezine gönderir. Tebligatın gönderilmesi ile birlikte Ticaret Sicili Gazetesinde ve ilgili Ticaret Sicili Müdürlüğünün ilan panosunda ihtar konusu ilan edilir. Tebligatın yapılıp yapılmadığından bağımsız olarak Ticaret Sicili Gazetesinde ilandan itibaren 30 günlük sürenin dolmasıyla tasfiye işlemleri başlatılır. Kanun, tasfiye işlemlerinin başlaması için tebligatın usulüne uygun şekilde yapılmasını değil ticaret sicilindeki ilanın üzerinden 30 günlük sürenin geçmesini esas almıştır. Şayet tebligat usulüne uygun şekilde çıkarılmış ancak tebellüğ edilememiş ise bunun bir karşılığı olmayacaktır. Zira kanun tebliğ tarihi olarak ilanı esas almaktadır.

Yine geçici 7. maddede yer aldığı üzere resen terkin işlemi tüzel kişiliğin bir davaya taraf olması halinde yapılamaz. Dolayısıyla henüz görülmekte olan bir davada taraf olan tüzel kişilik ticaret sicilinden terkin edilemeyecek, tüzel kişiliği sonlandırılamayacaktır.

6102 Sayılı TTK`nun 547. maddesinde de; Tasfiyenin kapanmasından sonra ek tasfiye işlemlerinin yapılmasının zorunlu olduğu anlaşılırsa, son tasfiye memurları, yönetim kurulu üyeleri, pay sahipleri veya alacaklıların, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden, bu ek işlemler sonuçlandırılıncaya kadar, şirketin yeniden tescilini isteyebilecekleri belirtilmiştir. Dolayısıyla, tasfiyesi tamamlanıp ticaret sicilinden silinmek suretiyle hukuk alemindeki varlığı sona eren (münfesih) şirketin takibin tarafı olmak ehliyeti de bulunmamaktadır. Ticaret sicilinden terkin edilmiş şirket hakkında takip işlemlerine başlanması ve yürütülmesi tasfiye memuru ile ticaret sicile yöneltilecek dava sonucunda tüzel kişiliğin yeniden ihyası ile mümkündür. (T.C.YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ E.2017/3770K. 2017/9184T. 12.6.2017)

Türk Ticaret Kanunu’nun 547. maddesi uyarınca, tasfiye işlemleri tamamlandıktan ve terkin işlemi gerçekleştirildikten sonra tüzel kişiliğin aktifi yahut pasifi mevcut ise ek tasfiye işlemleri başlatılabilir. Bu durumda tasfiye sırasında gözden kaçan birtakım alacak veya borçlardan söz edilir. Ek tasfiye tüzel kişiliğin bu alacak veya borçların tahsil edilmesine mahsus olmak üzere geçici süre ile ihya edilmesi durumudur. Ek tasfiye nedeniyle geçici olarak ihya edilmek istenen tüzel kişilik adına Asliye Ticaret Mahkemesinde dava açılmalıdır. Davada karşı taraf olarak ilgili ticaret sicili müdürlüğü ve tasfiye memurları gösterilir. Davayı son tasfiye memurları,  yönetim kurulu üyeleri, pay sahipleri veya alacaklılar açabilirler.

Yukarıda da anlatıldığı üzere şirket ihya davası – davaları tüzel kişiliğin tekrar kazanılması üzerine davalardır. Tüzel kişiliğin zaman zaman geçici olarak zaman zamansa süresiz şekilde kazanılması söz konusudur. İş bu davalarla usule ve yasaya aykırı terkin işlemlerinin bertaraf edilmesi yahut hatalı tasfiye işlemlerinin düzeltilmesi amaçlanmaktadır. Geçici 7. madde kapsamında açılan davalarda ticaret sicili müdürlüklerine karşı yargılama gideri ve vekalet ücretine hükmedilmez. Nitekim geçici 7. madde kapsamındaki davalarda ticaret sicili müdürlüğünün davalı olarak gösterilmesi zorunludur.

Sorularınızı Bekliyorum,

Saygılarımla,

Av Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

İstinaf Ve Temyiz Yolları

Merhaba Sevgili Okuyucularım,

Bu hafta, kanun yollarından İstinaf ve Temyiz’e değinmek istedim.  Ne oldukları belki ayrıntılı bir şekilde bilinmiyor olabilir ve arasındaki farklardan haberimiz var mı?

İstinaf, ilk derece mahkemeleri tarafından verilen kararların hem olay yönünden hem de hukuki yönden üst dereceli mahkeme tarafından denetlenmesidir. İstinaf kanun yoluna başvurulduğunda hukuk davası üst dereceli İstinaf Mahkemesi (Bölge Adliye Mahkemesi) tarafından ikinci kere incelenerek yerel mahkemenin kararı denetlenir.

İstinaf bir kanun yolu olmakla birlikte temyiz kanun yolundan farklı olarak ilk derece mahkemesinin kararının denetlenmesi yanında aynı zamanda gerektiğinde yeni bir yargılama yapılması ve hüküm mahkemesi gibi karar verilmesi söz konusudur. İstinafın kapsamını Hukuk Muhakemeleri Kanun (HMK)’un 355. maddesi belirlemiş olup, bu madde hükmü dikkate alındığında kamu düzenine aykırılık hâlleri dışında istinaf dilekçesinde belirtilen istinaf sebepleri ile sınırlı olarak inceleme yapılır; bu kapsamda istinaf sebebi ile bağlı kalınmak kaydı ile bu konudaki delillerin toplanması ve incelenmesi söz konusu olur. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama tümüyle tekrarlanmayıp sadece yanlışlık ya da eksiklik tespit edilen noktalarda yargılama yapılarak deliller toplanıp değerlendirildikten sonra, kararın düzeltilmesi sağlanmaktadır. HMK 357. madde hükmüne göre, bölge adliye mahkemesince resen göz önünde tutulacaklar dışında, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen iddia ve savunmalar dinlenemez, yeni delillere dayanılamaz.

Temyiz, istinaf mahkemesi kararlarının hukuki denetim açısından incelenmesini amaçlayan bir kanun yoludur. İstinaf mahkemesi (bölge adliye mahkemesi) tarafından istinaf incelemesi sonucunda verilen karara karşı, belli yasal koşullar varsa, temyiz incelemesi için Yargıtay’a temyiz başvurusu yapılabilir. Böylece üç dereceli bir inceleme sistemi kurularak hukuk veya ceza davası neticesinde verilen kararın yeterince denetlenmesi sağlanmak istenmiştir.

İstinaf başvurusu, kararı veren yerel mahkemeye bir istinaf dilekçesi verilerek yapılabilir. Ayrıca, kararı veren mahkemenin katibine beyanda bulunularak da istinaf başvurusu yapılabilir. Kararı veren ilk derece mahkemesinin katibine beyanda bulunulduğunda, katip istinaf başvurusu talebini bir tutanağa bağlar ve tutanak hakim tarafından onaylanarak istinaf başvurusu alınmış olur.

İstinaf başvuru süresinin başlaması için hükmün usulüne uygun bir şekilde taraflara tebliğ veya tefhim edilmesi gerekir. Usulüne uygun yapılmayan tefhim (duruşmada hazır olan tarafa kararı bildirme) veya tebliğ, istinaf başvuru süresinin işlemeye başlamasını engeller.

Hukuk davası için istinaf başvuru süresi, hükmün usulüne uygun tebliğinden itibaren iki haftadır.

İstinaf kanun yoluna başvurulduğunda, istinaf mahkemesi (bölge adliye mahkemesi) dava ile ilgili hem vakıaları el alır hem de hukuki denetim yapar. Yani, istinaf mahkemesi yerel mahkeme tarafından toplanmamış bir delili toplayabilir, yeniden tanık dinleyebilir veya keşif yapabilir. İstinaf mahkemesi, hukuk veya ceza dava dosyasında mevcut olan ve topladığı diğer tüm delillerle birlikte hukuki denetim de yaparak istinaf incelemesi netcesinde kararını verir.

Temyiz ise, Yargıtay’ın istinaf mahkemesi tarafından verilen kararı sadece hukuki yönden denetlemesi anlamına gelmektedir. Yargıtay, temyiz incelemesi ile kanunun olaya doğru uygulanıp uygulanmadığını denetler. Yani, Yargıtay ilgili kanun maddelerinin dosyadaki delillerle oluşan maddi vakıaya yerinde uygulanıp uygulanmadığı yönünde hukuki bir denetim yapar. Yargıtay temyiz incelemesi aşamasında delil toplayamaz, tanık dinleyemez, keşif yapamaz.

İstinaf mahkemesi, istinaf incelemesi ile yeniden bir karar verir. Teknik açıdan yerel mahkeme kararının bozulması veya onanması söz konusu değildir. İstinaf mahkemesi, hukuk veya ceza davasını yeniden ele alarak yeni bir karar verir. Temyiz incelemesi ile Yargıtay, istinaf mahkemesi kararını sadece hukuki yönden değerlendirerek onama veya bozma kararı verir. Yargıtay, istinaf mahkemesi tarafından verilen kararı bozduğunda, yeni bir karar verilmek üzere dava dosyasını geri gönderir.

Temyiz süresi, istinaf mahkemesi kararının sanığa veya varsa ceza avukatının tefhiminden (yüzüne karşı kararın okunması) veya tebliğinden itibaren 15 gündür. Bu sürecin son günü tatil gününe denk gelme durumunda bir sonraki iş günü beklenir.

Sorularınızı Bekliyorum,

Sevgilerimle

Avukat Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

İzale-i Şuyu (Ortaklığın Giderilmesi) Davası Nedir?

Sevgili Okuyucularım,

Adli tatil çoktan bitti bile.

Yeni adli yıl, duruşmalar ve yoğunluk tekrardan başladı. 🙂

İzale-i Şuyu Davaları ile ilgili aşağıda linkini bıraktığım ofisimin İnstagram hesabından paylaşım yapmıştım; şimdi de blogumda bu davanın özellikleri ile ilgili kısaca bilgi vereceğim.  Daha ayrıntılı açıklamalar için, yine sorularınızı bekliyor olacağım.

İzale-i Şuyu veya ortaklığın giderilmesi davası, paylı veya elbirliği mülkiyetine konu taşınır veya taşınmaz malda ortaklar arasındaki paydaşlığa son vererek kişisel mülkiyete geçişi sağlayan bir dava türüdür.  Nedir paylı mülkiyet?

  • Paylı mülkiyet, birden çok kimsenin bir eşyanın tamamı üzerinde, aynı zamanda ve oranları belirli olmak üzere malik olmalarını ifade eder. Başka bir deyişle, en az iki kişinin aynı sürede bölünmemiş bir eşya üzerindeki mülkiyeti anlamına gelmektedir. Burada önemli olan mülkiyete konu eşyanın bölünmemiş olmasıdır. Paylı mülkiyette paylar haline bölünmüş ve birlikte mülkiyeti ifade eden tek bir mülkiyet söz konusudur. Fiilen bölünmüş ve birbirinden bağımsız mülkiyete konu olmuş eşya üzerinde paylı mülkiyetten söz edilmez. Paylı mülkiyetin en önemli unsurlardan biride pay oranlarının belirlenmiş olmasıdır. Her malik payı oranında hak ve yükümlülüklere sahiptir. Aynı eşya üzerinde farklı mülkiyetlerin kurulması paylı mülkiyeti oluşturmaz, aynı zamanda tek ve birlikte mülkiyet olması gerekir. Paylı mülkiyetten söz edebilmek için önemli bir kıstasta öncelikle mülkiyetin doğmuş olmasıdır. Ortada bir mülkiyet yokken paylı mülkiyetten söz etmek mümkün değildir.

Paylı mülkiyete konu eşya bölünmez ;ancak mülkiyetten doğan bazı hak ve yükümlülükler bölünebilmektedir. Paydaşlar bölünebilen haklar ve yükümlüklere payları oranında sahiptir. Bölünemeyen hak ve yükümlülüklere ise birlikte sahip olurlar.

Peki elbirliğiyle mülkiyet nedir?

  • Gayrimenkul üzerinde birden fazla kişi hak sahibi olduğu, ancak payların belli olmadığı durumlar elbirliği mülkiyeti olarak adlandırılır. Genellikle miras yolu ile kalan gayrimenkullerde yani terekede karşılaşılan bu durum, iştirak halindeki mülkiyet olarak da bilinir. Elbirliği mülkiyeti ile paylı mülkiyet arasındaki fark, elbirliği mülkiyetinde kimin ne kadar oranda hak sahibi olduğunun bilinmemesidir.
  • Elbirliği mülkiyetinde, gayrimenkul üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunmak için tüm hak sahiplerinin onayının bulunması gerekir. Çünkü hak sahipleri, gayrimenkulün bir kısmı üzerinde değil tamamı üzerinde söz sahibidir.

Ortaklığın giderilmesi (izale-i şüyu) davasında yetkili mahkeme taşınmaz malın bulunduğu yer mahkemesidir.

Görevli mahkeme ise Sulh Hukuk Mahkemesi’dir.

Ortaklığın giderilmesi davası, çok taraflı ve davanın tüm tarafları için benzer sonuçlar doğuran bir dava çeşididir. Örneğin, izale-i şuyu davası açan davacı yargılama sırasında davadan feragat etse bile, davalılardan herhangi biri davayı takip edeceğini mahkemeye bildirerek davanın sonuçlandırılmasını sağlayabilir.

Ortaklığın giderilmesi (İzale-i Şuyu) iki yöntemle mümkündür:

  • Aynen Taksim Suretiyle İzale-i Şuyu (Ortaklığın Giderilmesi): Taşınır veya taşınmaz malın aynen bölünmesidir. Örneğin, değeri eşit iki parçaya bölünebilen bir arsanın ikiye bölünerek paydaşlığın giderilmesi.
  • Satış Suretiyle İzale-i Şuyu (Ortaklığın Giderilmesi): Taşınır veya taşınmaz malın icra yoluyla satılarak bedelinin paydaşlar arasında bölüştürülmesidir.

Ortaklığın giderilmesi davası, menkul veya gayrimenkule ortak olan tüm paydaşlara karşı açılır. Herhangi bir paydaş taşınır veya taşınmaz maldaki ortaklığa son verilerek ortaklığın bitirilmesini talep edebilir. Paydaşlar, kendi aralarında malı nasıl pay edeceklerine dair bir anlaşma yaparak ortaklığa son verebilirler. Anlaşma yoluyla ortaklık sonlandırılamaz ise, paydaşlardan biri diğer tüm paydaşlar aleyhine izale-i şuyu davası açarak dava yoluyla ortaklığın giderilmesini isteyebilir.

Tüm paydaşların ortaklığın giderilmesi davasında yer alması zorunludur. Paydaşlardan birinin ölümü halinde mirasçılık belgesinde ismi geçen tüm mirasçıların davaya dahil edilmesi gerekir. Tüm ortaklar davaya dahil edilmeden davanın sonuçlandırılması mümkün değildir.

Saygılarımla,

Avukat Gizem Tan

instagram hesabı:  avukatgizemtan_dgtanhukuk

 

Hukukta Adli Tatil

Sevgili Okuyucularım,

Yarın itibarı ile adli tatile girmiş bulunuyoruz.  Her sene 20 Temmuz’da başlayan adli tatil, 31 Ağustos’ta son buluyor.  Peki bu süreçte hangi davalar ve hukuki işler görülür, yürütülür; hukuki süreler işler mi?

Hukuk Muhakemeleri Kanunu madde 103’e göre; Adli tatilde, ancak aşağıdaki dava ve işler görülür:
a) İhtiyati tedbir, ihtiyati haciz ve delillerin tespiti gibi geçici hukuki koruma, deniz raporlarının alınması ve dispeçci atanması talepleri ile bunlara karşı yapılacak itirazlar ve diğer başvurular hakkında karar verilmesi.
b) Her çeşit nafaka davaları ile soybağı, Velayet ve vesayete ilişkin dava ya da işler.
c) Nüfus kayıtlarının düzeltilmesi işleri ve davaları.
ç) Hizmet akdi veya iş sözleşmesi sebebiyle işçilerin açtıkları davalar.
d) Ticari defterlerin kaybından dolayı kayıp belgesi verilmesi talepleri ile kıymetli evrakın kaybından doğan iptal işleri.
e) İflas ve konkordato ile sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma suretiyle yeniden yapılandırılmasına ilişkin işler ve davalar.
f) Adli tatilde yapılmasına karar verilen keşifler.
g) Tahkim hükümlerine göre, mahkemenin görev alanına giren dava ve işler.
ğ) Çekişmesiz yargı işleri.
h) Kanunlarda ivedi olduğu belirtilen veya taraflardan birinin talebi üzerine, mahkemece ivedi görülmesine karar verilen dava ve işler.

(2) Tarafların anlaşması hâlinde veya dava bir tarafın yokluğunda görülmekte ise hazır olan tarafın talebi üzerine, yukarıdaki iş ve davalara bakılması, adli tatilden sonraya bırakılabilir.

(3) Adli tatilde, yukarıdaki fıkralarda gösterilenler dışında kalan dava ve işlerle ilgili olarak verilen dava, karşı dava, istinaf ve temyiz dilekçeleri ile bunlara karşı verilen cevap dilekçelerinin ve dosyası işlemden kaldırılan davaları yenileme dilekçelerinin alınması, ilam verilmesi, her türlü tebligat, dosyanın başka bir mahkemeye, bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya gönderilmesi işlemleri de yapılır.

(4) Bu madde hükümleri, bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtay incelemelerinde de uygulanır.

Adli tatile tabi olan dava ve işlerde, bu Kanunun tayin ettiği sürelerin bitmesi tatil zamanına rastlarsa, bu süreler ayrıca bir karara gerek olmaksızın adli tatilin bittiği günden itibaren bir hafta uzatılmış sayılır.

Ceza Hukukunda ise, Ceza Muhakemesi Kanununa göre ;

Adli tatil
MADDE 331 – (1) (1) Ceza işlerini gören makam ve mahkemeler her yıl bir eylülde başlamak üzere, yirmi temmuzdan otuzbir ağustosa kadar çalışmaya ara verirler.
(2) Soruşturma ile tutuklu işlere ilişkin kovuşturmaların ve ivedi sayılacak diğer hususların tatil süresi içinde ne suretle yerine getirileceği, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenir.
(3) Tatil süresince bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtay, yalnız tutuklu hükümlere ilişkin veya Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanunu gereğince görülen işlerin incelemelerini yapar.
(4) Adli tatile rastlayan süreler işlemez. Bu süreler tatilin bittiği günden itibaren üç gün uzatılmış sayılır.

İdari Yargılama Usulü Kanununa göre ise,

Madde 8 – 3. Bu Kanunda yazılı sürelerin bitmesi çalışmaya ara verme zamanına rastlarsa bu süreler, ara vermenin sona erdiği günü izleyen tarihten itibaren yedi gün uzamış sayılır.

Madde 61 – 1. Bölge idare, idare ve vergi mahkemeleri her yıl bir eylülde başlamak üzere, yirmi temmuzdan otuzbir ağustosa kadar çalışmaya ara verirler.Ancak, yargı çevresine dahil olduğu bölge idare mahkemesinin bulunduğu il merkezi dışında kalan idare ve vergi mahkemeleri çalışmaya ara vermeden yararlanamazlar. Bu mahkemeler, 62 nci maddedeki sınırlamaya tabi olmaksızın görevlerine devam ederler.

Adli tatil ne zaman başlayacak, kaç gün kaldı 2022? Adli tatil başladı mı? Tarih belli oldu
2. Ara verme süresi içinde; bölge idare mahkemesi başkanının önerisi üzerine, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, her bölge idare mahkemesi merkezinde idare ve vergi mahkemesi başkan ve üyeleri arasından görevlendirilecek üç hakimin katıldığı bir nöbetçi mahkeme kurulur. Nöbetçi kalanlardan en kıdemli başkan, yoksa en kıdemli üye nöbetçi mahkemenin başkanlığını yapar.

3. (DEĞİŞİK BENT: 10/06/1994 – 4001/27 md.) Çalışmaya ara vermeden yararlanamayanlar ve nöbetçi kalanların yıllık izin hakları saklıdır.

Nöbetçi mahkemenin görevleri

Madde 62 – Nöbetçi mahkeme çalışmaya ara verme süresi içinde aşağıda yazılı işleri görür:

a) Yürütmenin durdurulmasına ve delillerin tespitine ait işler,
b) Kanunen belli süre içinde karara bağlanması gereken işler.

Sorlarınızı bekliyorum ….

Sevgilerimle

Avukat Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

 

Şufa (Önalım) Hakkı Nedir ve Davası Nasıl Açılır?

Sevgili Okuyucularım,

Nedir Şufa (önalım) hakkı, bir kişi malını üçüncü bir kişiye satmak istediğinde, önalım hakkı sahibinin bu malı öncelikli olarak satın alma hakkı vardır. Hak sahibinin önalım hakkını kullanması ile yeni bir hukuki ilişki ortaya çıktığı için bu hak, yenilik doğuran bir haktır ve yenilik doğuran (inşai) bir dava ile kullanılır.

Yasal önalım hakkı ise, paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmazdaki payını kısmen veya tamamen üçüncü kişiye satması halinde, diğer paydaşlara, satılan bu payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak, paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve pay satışı yapılmasıyla kullanılabilir hale gelir.

TMK MADDE 732- Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler.

Yasal önalım hakkı, paya bağı bir haktır ve paydan bağımsız olarak kullanılması mümkün değildir. Yani yasal önalım hakkı devredilemez ve miras yoluyla başkasına geçemez, paydaşa özgü bir haktır.

Kısaca, yasal önalım hakkının doğabilmesi aşağıdaki şartların sağlanmasına bağlıdır:

  • Yasal önalım hakkı yalnızca paylı mülkiyete tabi taşınmazlarda söz konusu olabilmektedir.
  • Yasal önalım hakkı sadece paydaşlar tarafından kullanılabilir.
  • Fiilen taksim edilmemiş taşınmazda kullanılabilir. Fiili taksim, paydaşların taşınmazın paylarına ilişkin kendi aralarında taksim edip her bir paydaşın fiili taksime uygun bir şekille kullanmasıdır.

Yasal önalım hakkı ya da şufa hakkı, üçüncü kişilere yapılan pay satışlarında söz konusu olur ve hak sahibi paydaş tarafından üçüncü kişi (alıcı) aleyhine açılacak bir önalım davasıyla kullanılır.

Şufa hakkı sahibi olan paydaş söz konusu haktan feragat edebilir.Somut bir satış ile ilgili olmayan genel nitelikte önalım hakkında feragatin resmi şekilde yapılarak tapu kütüğüne şerh verilmesi gerekir. Aksi halde feragat geçerli olmayacaktır. Somut bir satışta önalım hakkı kullanmaktan feragat ise adi yazılı bir şekilde yapılabilir. Somut bir satışta feragat eden hak sahibi paydaş gayrimenkulün tekrar satışı halinde feragat ettiği şufa hakkını yeniden kullanabilir.

Şufa hakkı, şu durumlarda kullanılamaz:

  • Pay satışı, paydaşlar arasında gerçekleşmiş ise
  • Devir işleminin bağışlama olması halinde
  • Paydaşlar arasında fiili taksim yapılmış ise
  • Elbirliği mülkiyete bağlı taşınmaz söz konusu ise
  • Trampa (bir malın mal veya hak ile değiştirilmesi), hibe veya takas halinde,
  • Ölüme bağlı tasarruf halinde,
  • Satış hile, yanılma veya gabinle fesih olması halinde,
  • Şirkete sermaye olarak pay konulmuşsa,
  • Cebri arttırmayla yapılan satışlarda,
  • Önalım hakkından paydaş feragat etmişse,
  • Tüm paydaşlar payını 3. kişiye devretmişse,
  • Taşınmaz satış vaadi sözleşmesi düzenlenmesi halinde.

Medeni Kanun madde 733/3 gereği alıcı, tüm paydaşlara taşınmazı satın aldığını noter aracılığıyla bildirmek zorundadır. Noter marifetiyle bildirim alıcı için mutlak bir yükümlülüktür.

Şufa hakkı kullanma süresi olarak belirlenen süreler hak düşürücü niteliktedir. Bu süreler geçtikten sonra şufa davası açılması mümkün değildir.

TMK Madde 733/3- Önalım hakkı, satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her halde satışın üzerinden iki yıl geçmekle düşer.

Şufa davası ya da önalım davası, paylı mülkiyete konu taşınmazın bulunduğu yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmalıdır.

  • Sözleşmeden Doğan Önalım Hakkı Nedir?

Sözleşmeden doğan önalım hakkı, yükümlüsünün hakkın konusu olan şeyi bir üçüncü kişiye satması halinde, hak sahibine dava yoluyla satılan şeyin mülkiyetinin kararlaştırılan bedel karşılığında kendisine nakil yetkisi veren yenilik doğurucu bir haktır. Sözleşme tapu kütüğüne şerh ettirilerek önalım hakkı kullanılabilir hale gelir.

TMK Madde 735- Tapu kütüğüne şerh verilen sözleşmeden doğan önalım hakkı, şerhte belirtilen sürede ve belirtilen koşullara göre her malike karşı kullanılabilir. Kütükte koşullar belirtilmemişse taşınmazın üçüncü kişiye satışındaki koşullar esas alınır.

Şerhin etkisi her durumda, şerhin verildiği tarihin üzerinden on yıl geçmekle sona erer.

Yasal önalım hakkının kullanılmasına ve vazgeçmeye ilişkin hükümler sözleşmeden doğan önalım hakkında da uygulanır.

Sorularınızı Bekliyorum ….

Saygılarımla,

Avukat Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com

 

 

Tapu İptali Davaları

Sevgili Okuyucularım,

Tapu iptal davası, usule aykırı ve kanunsuz bir şekilde düzenlendiği iddia edilip tapu kaydının tekrar hukuka ve gerçek duruma uygun hale getirilmesi amacıyla açılan bir dava türüdür. Tapu iptal davası, mülkiyetle ilişkili bir dava olduğu için kesin hüküm verilmeden icra hükmü uygulanmaz.

 

 

Tapu iptal davası, taşınmazın bulunduğu yerin asliye hukuk mahkemesinde açılır. Görevli mahkeme ise, hukuk mahkemesidir. Tapu iptal ve tescil davası için dilekçenin eksiksiz ve kusursuz olması şarttır. Gayrimenkulün kayıt bilgileri, olaydaki hukuka aykırı olan tüm durumlar açık bir şekilde belirtilmelidir. Hazırlanan dilekçede, bilirkişi talep edilecek hususların net olarak belirtilmesi gerekir.

Tapu iptali davası çeşitli sebeplerle açılabilir.   Hukuki ehliyetsizlik sebebiyle açılabilir; mirastan mal kaçırma amacına matuf olup, gerçekte bağış amacını taşıyan ancak satış yapılmadığı halde tapuda satış gibi gösterilen işlemlerin iptali istemiyle açılabilir; kişiye verilen vekaletin kötüye kullanılması sebebiyle açılabilir,‘Ölünceye kadar bakma’ sözleşmesinin geçersiz olduğu iptali istemiyle açılabilir; imar hukukundan kaynaklanan sebepten dolayı açılabilir; aile konutu uyuşmazlığı sebebiyle tapu iptal davası açılabilir; sınır uyuşmazlıkları, tapu kaydının düzeltmesi davası yoluyla giderilemeyecek miktar fazlalıkları veya noksanlıkları nedeniyle açılabilir; yolsuz tescil nedeniyle açılabilir; Kadastro ölçüm hataları veya yanlış kayıt nedeniyle kadastrodan önceki sebeplere dayanılarak açılabilir, Kıyı Kanunu veya Orman Kanunu ve sair mevzuat dolayısıyla nedeniyle, tapuya özel mülk olarak kaydedilemeyecek arazilerin kişiler adına kaydının iptali talebiyle hazine veya ilgili idarelerce açılabilir; bir başkası adına senetsiz olarak tescil edilmiş tapu kaydının gerçek durumu yansıtmadığı gerekçesiyle açılabilir; zeminde kullanılan yer ile tapuda kayıtlı parselin birbirini tutmaması ve sair teknik hatalar nedeniyle açılabilir.

Tapu kayıtları alenidir. İlgili herkes inceleyebilir. Bir tapu kaydı usule ve kanuna aykırı olarak oluşmuş ise, o kaydın iptalinde kendisinin bir menfaati olan herkes tapu iptal davası açabilir.

Tapu kaydının iptali davasının sonuç ve isteminde genelde tescil istemi de olmak durumundadır. Aksi takdirde kaydı iptal edilen taşınmazın malik hanesi boş kalmış olur. Tescil talebi aynı zamanda davayı açan kişinin davayı açmaktaki hukuki yararına da delalet eder. Bu nedenle tapu iptal davaları aslında “tapu iptal ve tescil davası” olarak açılmalıdır. Bir taşınmazın tapusunu iptal ettirmek ilgisini tek başına bir menfaat kazandırmaz, bu nedenle kendisi adına, muris adına veya alacaklı olduğu borçlusunun veya hak sahibi her kimse onun adına tapuda tescilini talep etmek önemlidir. Hak sahibi kim ise tescil talebi onun adına yapılmak durumundadır.

Miras olarak kalan bir gayrimenkulün mirasçıların hepsinin birlikte açması zorunludur. Tek bir mirasçı veya birkaç mirasçı tarafından açılan tapu iptal ve muris adına tescili davası dinlenemez. Bu tür bir dava dilekçesini alan mahkeme, eksiklik nedeniyle davayı hemen reddetmek yerine, Yargıtay kararları çerçevesinde, davayı açan kişi ya da kişilere diğer tüm mirasçıların da davada davacı olarak yer almasını sağlaması veya açılan davaya icazet verdiklerini belgelendirmesi ve giderilebilecek eksikliği tamamlaması için süre tanıması, eksiklik giderilmezse davanın açılmamış sayılmasına karar vermelidir.

Sorularınızı Bekliyorum

Sevgilerimle

Avukat Gizem Tan

www.dgtanhukuk.com